”Vahabiler, Selefiler” Ehli Sünnete Aykırı İhtikatlar

Suudi Arabistan’da başlayıp, bilhassa Avrupa ve günümüzde Türkiye’ye kadar gelen Vehhabi akımı, bu ismin tepki çekmesi hasebi ile son yıllarda kendilerini Selefiler olarak tanıtarak, Ehli Sünnet Müslümanları kandırmaya devam ediyorlar…

”Vahabiler, Selefiler” Ehli Sünnete Aykırı İhtikatlar

Suudi Arabistan’da başlayıp, bilhassa Avrupa ve günümüzde Türkiye’ye kadar gelen Vehhabi akımı, bu ismin tepki çekmesi hasebi ile son yıllarda kendilerini Selefiler olarak tanıtarak, Ehli Sünnet Müslümanları kandırmaya devam ediyorlar. Peki Vehhabilik nedir? Kim tarafından kurulmuştur? Temel İnançları nelerdir? Bu makalemizde Vehhabiliğin tarihi ve temel inançlarına icazen değineceğiz.

Muhammed bin Abdülvehhab
İbn-i Teymiyye’in görüşlerini genişletip geliştirerek O’nun tenkid ettiği bazı fiilleri küfrü mucib hatta şirk addetmiş olan (İzmirli İsmail Hakkı – Yeni İlm-i Kelam eserinden) Abdulvehhab, 1703 tarihinde Necid bölgesinde küçük bir kasaba olan Uyeyne köyünde doğmuştur. (Eyüp Sabri – Tarih Vehhabiyan eserinde)

Ailesi Hanbeli fıkhı üzerinde pek çok alim yetiştirmiş ola Beni Temim kabilesine mensuptur. Babasının adı Muhammed olduğundan Muhammed bin Abdulvehhab diye anılır. İbni Teymiyye’nin görüşlerini kendi adıyla “Vehhabilik” suretinde anılmasına sebep olacak bir şekilde siyaset arenasına intikal ettirerek geliştirmiş olan Abdulvehhab, ilk dini bilgileri Uyeyne kadısı olan babasından almıştır. Daha sonra Mekke ve Medine’de de muhtelif hocalardan ders almış bulunan Abdülvehhab, Eyüp Sabri Bey (Paşa)’ya göre O, daha tahsilinin başlangıcında bilahare izhar edeceği zemin buluncaya kadar ketum davranmıştır. (Eyüp Sabri a.g.e 33)

Bu fırsatı tahsilini ikmal ettikten sonra gittiği Basra’da bulmuş, fakat gördüğü aksülamel üzerine buradan uzaklaştırılmıştır. Tekrar Necid’de babasının vazifeli bulunduğu Hureymila’ya döndü. O’nun ölümü üzerine bazı dini tavırları şirk olarak vasıflandırmaya başlamış bundan dolayı ölümle tehdid edilmesi üzerine doğum yeri olan Uyeyne’ye dönmüştür. Burada da aynı sapık fikirleri yaymaya başlamış hatta Müyselemetü’l Kezzab adıyla bilinen ve Hazreti Ebubekir’in hilafet devrinde peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmış bulunan sapıkla yapılmış olan muharabelerde vefat etmiş olan sahabelerin kabirlerini yıktırması üzerine halkın büyük ölçüde aksülameliyle karşılaşmış ve bu sebeple 1745 tarihinde Suud ailesinin hâkimiyetindeki Dir’iyye bölgesine gidip yerleşmiştir. Bu hareket O’nun hayatında büyük bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Zira sapık fikirleri için Suud ailesinden büyük bir desteğe mazhar olmuştur.

Bugünkü Suudi Arabistan Devleti’ni kuran Muhammed Bin Suud ile akrabalık tesis eden Abdülvehhab, onların sağladığı siyasi destekle büyük ölçüde fikirlerini yaymak fırsatı bulabilmiştir. Zira Suudlar, artık inkıraz alameti başlamış olan Osmanlı Devleti’nden ayrılarak müstakil olmak hususunda bir fikre meyletmiş bulunuyorlardı. Böyle bir zamanda Abdülvehhab’ın fikirleri Osmanlı’ya isyan için mükemmel bir kılıf olabilirdi. Zira bu fikirleri kabullenmek Osmanlı Devleti ve O’nun memurlarının “müşrik” addedilmesine müncer olacak ve bu da onlara itaatten vazgeçerek isyan için haklı bir sebep teşkil edecekti.

Tasavvuf Düşmanlığı ve Vehhabilerin Diğer Alameti Farikaları
Denilebilir ki, tasavvuf düşmanlığında bu güne kadar zuhur etmiş olan muhaliflerin en şiddetlisi Abdülvehhab’dır. Zira O, bu vadide İbn-i Teymiyye’nin fersah fersah önüne geçmiş ve Suudiler’den sağladığı siyasi destekle de hala bütün İslam Dünyası için “şia belası” gibi ve belki de ondan ziyade bir fitne kaynağı teşkil etmiştir.

O’nun fikirlerindeki sapıklığı Filibeli Ahmed Efendi’nin İslam Tarihi adlı eserine yaptığı değerli ilavelerle zenginleştirmiş olan merhum Ziya Nur Aksun şöyle hülasa etmektedir:

“Amel, imanda dahildir. Tevhid’den maksat, tevhid-i amelidir (amelde birliktir) Tevhid’de Kelime-i Şehadet yeterli değildir. Herhangi bir şeyi veli, vesile ve mürşid edinmek küfürdür.

Peygamberden şefaat umulamaz. Peygamber’in ve Kur’an’ın tebliğinden ayrı olarak, dine giren şeyler bidattir. Kabirler üzerine kubbe yapmak, adak adamak küfürdür; ziyaret sapıklıktır. Ameldeki dört mezhebe cevaz vardır; lakin itikaddaki mezhepler yasaklanmıştır. Tarikatlara girmek ise küfürdür.

Esaslardaki bu ayrılıklardan başka, furuatta da bazı ayrılıklar ve farklılıklar vardır. Bunları da şöyle özetlemek mümkündür. Vakıf müessesi batıldır. Bu anlayışa göre Vehhabiler, girdikleri İslam beldelerindeki bilhassa Mekke Ve Medine’deki, muazzam Osmanlı vakıflarını dağıtmışlar ve yağmalamışlardır. Fakat son zamanlarda, bu sert hükümden biraz döndükleri söylenmektedir. Namazın cemaatle kılınması farzdır ve her fert, beş vakit camiye gelmeye mecburdur. Sigara ve nargile içenlere, sarhoşluk için olduğu gibi, kırk değnek vurulur. Şimdi, bu husustaki tatbikat da gevşemiştir.

Tevhid-i ameli akidesine riayet etmeyenlerin kestikleri yenmez ve bu gibiler müşrik sayılıp, üzerlerine harp ilan olunur. Kıyamet, Kelamullah hakkındaki sorular bidattir. Namazlardan sonra tesbih çekmek, Allah’ın farz etmediği ve Peygamberin kılmadığı namazlar ihdas etmek, din vaz’ etmek kadar günahtır. Minare yapmak, el öpmek, boyun kesmek bidattir. Allah’tan başka her şeyi, bir mezarı, bir şeyhi, hatta Peygamberi vesile edinmek şirktir. Peygamberden yardım ve şefaat istenmez. Türbelere mum yakmak, kabirlere kubbe yapmak, evliyaya adak adamak, hamayil takınmak, muska taşımak, vefk ve azaim (muska) yapmak, Allah’tan başkasının insan üzerinde tesirini kabul etmektir ve tamamen şirktir. Bir ağacı, bir taşı mukaddes tanımak, “Ya pir, ya imam, ya li yetiş” gibi sözler, Allah’a şerik koşmak demektir.

Bazı şeylerden teşe’üm etmek (uğursuzluk görmek) sihir yapmak, Allah’tan başka bir şeyin kudretine inanmak demektir ve şirktir. Hırka-i Şerif ve Lıhye-i Saadet (Peygamberin hırkası ve sakalı) ziyaretleri de aynı hükme tabidir. Peygambere salâvat getirilebilir ancak “seyyidüna ve Mevlana” dememek şartıyla. “Delail-i Hayrat” okumak memnudur; zira bu, Peygamber’e ibadet mahiyetindedir.

Riya için namaz kılmak ve sofuluk yapmak da gizli şirktir. Çünkü Allah’tan başkasına gösteriş yapmaktadır. Necef’i ziyaret etmek, Kerbala toprağına secde etmek Mehdiye inanmak, Hızır ve İlyas’ın sağ olduğunu söylemek, şeyhlere rabıta yapmak, gavsa, kutuplara, abdalların varlığına, üçlere, yedilere, kırklara inanmak, ölülein diriler üzerinde tasarrufunu kabul etmek demektir ve şirktir.

Abdü’l-Vehhab’a göre, tasavvuf bir bidattir. Tarikat, ürşidin kendisini vesile edindirmesi demektir. Peygamber her türlü dini tebliğleri yapmıştır. Bundan dolayı, Ebubekir-i Sıddık’a ayrı bir zikir usulü, Hazreti Ali’ye hususi sırlar tevdi etmesi, O’na iftiradır “dininizi ikmal ettim” yollu nasa da aykırıdır.

Tasavvuf ehli olanların, mükaşefe (keşif yoluyla bilme) usulü ise asılsızdır. Bu sebeple tasavvuf yolunun yolcularını ve tarikatçıları, memleketlerinden çıkarmışlardır. Onlara göre, tarikatçıların en sapık olanları rabıtayı kabul edenlerdir. Rabıta açıkça şirktir. Rufai burhanları, kendilerinde tasarruf iddiasını ifade ettiği için şirktir. Ticanilerin, alem-i menam’da Peygamberden emir aldıklarını iddia etmeleri, ölünün tasarrufuna inanmaktır. Kadiriler’in, Bedeviler’in şeyhlerine secde etmeleri, Mecus rakslarını ihya etmeleri, diğer Tarıkların hazreti Ali ve evlatlarını masum kabul etmeleri, şirktir.

Görülüyor ki, ortada şirk sayılmayan ve tenkid edilmeyen bir dini hareket kalmamaktadır.

Halbuki ehl-i kıbleyi tekfir etmekten ictinab umumi bir İslami kaidedir. Bundan dolayı İmam-ı Eşari’nin:

“Şahid olunuz. Ben ehl-i kıbleden hiç kimseyi bir hata sebebiyle tekfir etmem.” (Haydarizade İbrahim – Mezahib ve Turük-i İslamiye Tarihi)

Abdülvehhab’ın şekillendirmesiyle müfrid bir mahiyet kazanan Vehhabilik hakkında çeşitli nakillerle çok mufassal bilgi vermiş olan merhum Hüseyin Hilmi Işık Bey’in şu sözleriyle bu bahse nihayet verelim:

Vehhabiler, mezarlar üzerine türbe, camilere minare yapmak, kaşık ile yemek bid’attir diyorlar. Kerbela’daki Hazreti Hüseyin’in türbesini yıkıp, içindeki milyonlar değerinde kıymetli eşyayı yağma ettiler. Taif şehrini yakıp, yıkıp, kadın çocuk demeyip, Ehl-i Sünnei öldürdüler. Mallarını yağma ettiler.  Buhari ve Müslim gibi en kıymetli kitaplar, birçok hadis, fıkıh ve her fenden binlerce kitap, ayaklar altında kaldı. İçlerinde Kur’an-ı Kerim de vardı. Korkudan bunları kimse kaldıramıyordu. Yerleri bile kazıp mal aradılar. Şehri yangın yerine çevirdiler. Mekke-i Mükerreme’deki türbeleri yıktılar. Mevlidinnebi olan evi Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer’in ve hazreti Fatıma’nın mevlidleri olan mübarek yerleri yıktılar. Müezzinlerin ezandan sonra salat ve selam okumalarına şirk dediler.”

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL