1941 yılında, yani İkinci Dünya Harbi sırasında, savaşın tesirlerini araştırmak üzere, Feridun Cemal Erkin, devlet tarafından Arap ülkelerine gönderilir. Suriye, Irak, Filistin ve Mısır’ı dolaşır. Bu esnada, krallığı henüz îlan..
1941 yılında, yani İkinci Dünya Harbi sırasında, savaşın tesirlerini araştırmak üzere, Feridun Cemal Erkin, devlet tarafından Arap ülkelerine gönderilir. Suriye, Irak, Filistin ve Mısır’ı dolaşır. Bu esnada, krallığı henüz îlan edilmemiş olan Emir Abdullah tarafından Ürdün’e de davet edilir. Abdullah, İstanbul’da büyümüş, tahsilini de Devlet-i Âliye’nin bu muhteşem idâri ve irfan merkezinde tamamlamıştır.
Bununla beraber bedevî hayat tarzına bağlı bir Arap’tır. Çadırda yaşamakta ve bundan da büyük zevk almaktadır. Feridun Cemali de Şerta nehrinin karşı yakasındaki Şu’ne ovasına kurdurduğu çadırında kabul eder. Türkçe’yi, gayet nefis bir İstanbul şîvesiye konuşmaktadır.
Harp hakkında fikir teatisinde bulunurlar. Neticede söz dönüp dolaşır ve Devlet-i Âliye’nin yıkılışına gelir. Çadırda ikisinden başkası yoktur. Emir Abdullah, uzun bir muhasebeden sonra kendisini itirafa hazır hisseden bir suçlu gibi,
—Bakın Feridun Bey, der. Bunu yalnız size anlatıyorum. Babam Şerif Hüseyin, İngilizler’in kendisini Hicaz Kralı ilan etme va’dine kanarak, Osmanlı İdaresine isyan etti. Gerçi İngilizler sözlerini tuttular ve kendisini kral yaptılar; fakat, bir süre sonra Vehhâbîler tarafından düşürüldü ve kaçmak zorunda kaldı. Çaresizdi, ister istemez İngilizler’İn himâyesi altında Kıbrıs’a yerleşerek sürgün hayatı yaşamaya başladı…”
Emir Abdullah, bu samimi itiraflardan sonra kısa bir süre susar ve dolu gözlerini Feridun Cemalden kaçırmaya çalışarak devam eder:
“Babam Kıbrıs ‘ta hastalandı!.. Bunun üzerine kendisini Amman ‘a getirttim. Uzun müddet hasta yattı ve hakikaten çok acı çekti. Bir gün Saray Bandosu, öteden beri âdet olduğu üzere,ikindi vakti bahçede konser veriyordu. Hava çok sıcak ve pencereler açıktı. Bir ara bando İzmir Marşı ‘nı çalmaya başlamaz mı?! Babam eski güzel hâtıraları hafızasında canlandırıp da üzülmesin diye, pencereyi yavaşça kapadım. ‘Evlat!’ diye seslendi, ‘Neden pencereyi kapıyorsun? İzmir Marşı’nı dinlemiyeyim diye mi?’ Sonra beni yanına çağırdı, ‘Dinle’ dedi.
… ‘Ben, yani senin baban, velînimetine İhanet etmiş âsi bir kulum, günâhım büyüktür. Kral olacağımı sandım, sürgün oldum. O da yetmedi, hastalanıp buraya sığındım. Aç şu pencereyi de marşı dinleyeyim; duyduğum vicdan azabının şiddeti, bu marşın uyandırdığı hâtıralarla büsbütün artsın; bu dünyada çektiğim ıztırâp, artan vicdan azâbıyla büsbütün ağırlaşsın! O zaman belki Cenâb-ı Hakk, bu günahkâr kulunu dünyada affederek hesap gününde daha ağır bir cezaya çarptırmaz!”
Feridun Cemal Erkin, Emir Abdullah’ın büyük bir samimiyetle anlattıklarını hayret ve heyecanla dinlemiş ve ömrünün sonuna kadar hiç unutmamıştır. Bunun için Şerif Hüseyin hanedanının akıbetini hususi bir dikkatle takip etmiştir.
Abdullah, günahlarına ortak olduğu Şerif Hüseyin’in ortanca oğluydu. İngilizler onun için Ürdün’de bir emirlik kuruvermişlerdi. 20 Temmuz 1951’de, Kudüs’te Ömer Câmilnin önünde uğradığı suikasttan kurtulamadı ve yerine oğlu Tallâl geçti. Onun da aklî muvâzenesi yerinde değildi, 1952 yılında tahttan indirildi. İstanbul’da Ortaköyde Sağlık Yurdunda öldü. 1999’ da kanserden ölen kral Hüseyin, Tallâl’in oğlu idi.
İngilizler, Şerif Hüseyin’in büyük oğlu Faysalı da Irak kralı ilan etmişlerdi. Lawrence’le iş birliği yaparak Osmanlı garnizonlarına kanlı baskınlar düzenleyen ve Birinci Dünya Harbi sonunda Versay muahedesine babası adına katılan bu Faysal da, esrarlı bir şekilde zehirlenerek öldürüldü.
Genç yaşta tahta oturan oğlu Gazi ise, şüpheli bir trafik kazası neticesinde hayatını kaybetti. Yine genç yaşta tahta geçen torunu Faysal, amcası Emir Abdullah ve bütün aile fertleri, Bağdat’ta General Kasım’ın adamları tarafından katledildiler. Evet, krallık hayâli ve Osmanlı’ya ihanetle başlayan maceranın kısaca kıssası böyle… Bundan hisse çıkarmak da bize kalıyor.