Dünyada Devrimler

Bu yazıda 17. Yüzyıl İngiliz Devrimi’nden başlayarak belli başlı devrimler hakkında özet bilgiler vereceğim. Her ciddi devrimci bu deneyimleri ve burada değinilmeyen başkalarını da iyi çalışmak, anlamak ve onlardan öğrenmek..

Dünyada Devrimler

Bu yazıda 17. Yüzyıl İngiliz Devrimi’nden başlayarak belli başlı devrimler hakkında özet bilgiler vereceğim. Her ciddi devrimci bu deneyimleri ve burada değinilmeyen başkalarını da iyi çalışmak, anlamak ve onlardan öğrenmek zorundadır.

İngiliz Devrimi

İngiliz burjuva devriminin önderi Oliver Cromwell (1599-1658)’di.

Devrim patlak verdiğinde kral I. Charles “Uzun Parlamento” (1640-53) adı verilen parlamentoyu toplantıya çağırdı. Kralın oluşturduğu ve gereğinde dağıtabildiği bu parlamento burjuva devriminin kurucu organına dönüştü.

İlk olarak 1640’ta toplanan bu parlamento kralın kişisel yönetimine karşı çıkarak kendi varlığını garanti edecek yetkiler talep etmiş, bunun üzerine kral ile karşı karşıya gelmişti. Tüccar sınıfı parlamentoyu desteklerken, soylular (aristokratlar sınıfı) kralı izlemişlerdi.

Böylece ülke parlamento ile kralcılar (Royalist, monarşist) arasında bölünmüş oldu. Londra, Bristol ve Norwich gibi kentler parlamentonun ordusu tarafından kontrol edilirken, kuzeydeki bazı İngiliz kentleri ile Wales kralcıların kontrolü altındaydı.

İngiliz Devrimi’nin üssü asıl İngiltere (England), kralcıların üssü Wales toprakları oldu. Scotland ve İrlanda o tarihte henüz birliğe dahil değillerdi.

1642’de iki taraf arasında iç-savaş patlak verdi. Bu iç savaş 1648’e dek sürdü. İç savaşın ilk evresini (1642-45/46) Cromwellciler kazandı. İskoçya’ya sığınmak zorunda kalan kral daha sonra parlamentoya teslim edildi. 1649’da parlamento kral Charles I’in ölüm kararını onayladı ve İngiltere’de Cumhuriyet ilan etti.

1653’te Uzun Parlamento Cromwell tarafından dağıtıldı. 1689’da kansız bir devrimle özel mülkiyeti güvenceye alan yasaların yanısıra, söz özgürlüğü vd gibi kişisel özgürlükler ve haklar (Bill Of Rights diye bilinen) ilan edildi. Mutlakiyetin yerini bir Anayasal Monarşi aldı ve Kuvvetler Ayrılığı ilkesi benimsendi.

İngiliz devriminde Puritanlar, Presbyterian Partisi, Bağımsız parti ve İngiliz devriminin en radikal partisi olan Leveller Partisi gibi partiler ve gruplar  mevcuttu. Bu partiler dinsel bir görünüm sergiliyorlardı ve aralarındaki dinsel ayrılıklar da farklılık konusuydu. Marks, Onsekizinci Brumaire (1852)’de, 17. Yüzyıl İngiliz Devrimi’nin önderi Crommwell ve İngiliz halkının “kendi burjuva devrimleri” için gerekli dili, ülküleri, tutkuları ve hayalleri Tevrat’tan aldıklarını söyler.

İngiltere ve Wales prensliği 1301’den beri zaten birleşmişlerdi. 1707’de ise İngiltere ve Scotland parlamentoları birleştirildi ve bu tarihten sonra Büyük Britanya (Great Britian) resmi adı benimsendi. 1801’de İrlanda da bu birliğe katılınca resmi ad United Kingdom Of Great Britain and İreland olarak değiştirildi. Birliği oluşturan üç eski krallık (Scotland, Wales ve Kuzey İrlanda) değişen derecede bir otonomiye sahip oldular. Birleşik Krallığın Ortak parlamentosu Londra’da Westminster’da bulunuyordu (Bk.. Christopher Hill, The English Revolution-1640, 1940; ayrıca bk. Enc. Of Britannica).

 

 

Amerikan Devrimi

 

Amerikan Bağımsızlık Savaşı (1775-1783)

1760’ların başında Britanya imparatorluğu ile Amerika’daki kolonileri ve Amerikan yerlileri (Indianlar) arasında patlak veren anlaşmazlıklar ve çatışmalar 1775/76’da Britanya (İngiliz) sömürge yönetimine karşı bağımsızlık savaşına dönüştü. Bu savaşın önderleri George Washington (Amerikan Kuvvetleri Komutanı), Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve Samuel Adams idiler.

4 Temmuz 1776’da Thomas Jefferson tarafından kaleme alınan Bağımsızlık Deklerasyonu (Bildirgesi) ile birlikte Amerika’daki 13 İngiliz kolonisinin bağımsızlığı ilan edildi. Bu deklerasyonda insan haklarının ilk formülasyonu yapıldı ve ilan edildiği tarih (4 Temmuz) ulusal bayram olarak benimsendi.

Böylece Amerika’da “yeni bir ulus doğdu”.

1783’te Britanya Amerikan bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı ve son Britanya birlikleri de New-York’u terketti.

7 Eylül 1787’de bir Anayasa (Sözleşme) kabul edildi ve federal bir yönetim (hükümet) biçimi benimsendi. 1789 başındaki ilk seçimleri çoğunluğu eski ulusçulardan, yani bağımsızlıkçılardan oluşan Federalistler kazandı ve George Washington ilk ABD Başkanı seçildi, federal bir hükümet oluşturuldu. 1791’de Haklar Bildirgesi (Bill Of Rights) çıkarıldı. 1792’de ise çeşitli konulardaki farklılıklar etrafında politik partiler şekillenmeye başladı. Amerikan devrimindeki iki ana akım güçlü bir merkezi yönetimden yana olan George Washington, Hamilton ve John Adams’ın önderliğindeki Federalistler ile tek tek devletlerin varlık hakkını vurgulayan Cumhuriyetçiler (sonraları Demokratlar adını aldılar) idiler.

Kongre (yasama meclisi), her eyaletin nüfusuna göre temsil edildiği bir Temsilciler Meclisi ve her eyaletin iki oyunun bulunduğu bir Senato teşkil edildi.

Çok kısa bir özetini verdiğim bu burjuva devriminin ikinci aşaması yaklaşık yüz yıl kadar sonra patlak vermiş olan Amerikan İç Savaşı (1861-65)’dır.

 

Amerikan İç Savaşı (1861-1865)

Kuzey-Güney Savaşı olarak da bilinen ve 1861’de başlayan bu savaş dört yıl sürdü. Amerika’da kölelik bu savaşta kaldırıldı (Amerikalı siyahlara vatandaşlık hakkı ise bu tarihten yaklaşık yüz yıl sonra ilk kez 1964/65-68 yıllarında tanındı).

Savaşın iki ana nedeni kölelik ve birlik sorunlarıydı.

Kendi aralarında ABD adını verdikleri bir federasyon kuran kuzey eyaletleri veya devletlerinde kölelik daha erken kaldırıldı. 1808’de ABD’de köle ticareti yasaklanmıştı. 1860 seçim kampanyasının başlıca konusu kölelik sorunuydu. Bu seçimleri köleliğe karşı olan Abraham Lincoln kazanmış ve başkan seçilmişti. Ama kendi bölgelerinde Amerika Konfederasyonu adıyla ikinci bir federasyon kurmuş olan Güney eyaletleri (devletleri) köleliği sürdürmek istiyordu.

Ülkenin birliği için bu iki federasyon birbiriyle savaştılar. Herbiri birliğin kendi hakimiyetinde kurulmasını istiyordu. Bu iç-savaştan galip çıkan kuzey oldu.

 

1789 Fransız Devrimi (1789’dan 1794’e)

Marx’ın Fransa’da Sınıf SavaşlarıOnsekizinci Brumaire ve Fransa’da İç Savaş adını taşıyan yazı ve kitapları 1789 Devrimi ile 1871 Paris Komünü arasındaki Fransız tarihinin (belli dönemlerinin) materyalist tarih anlayışı ile yazımıdır. Kendi tarih anlayışını Komünist Manifesto’da modern tarihin genel bir taslağını vermek için kullanan Marx, yukarıda andığım yazı ve kitaplarında ise aynı tarih anlayışını Fransa’da sınıf savaşları ve devrimler tarihini açıklamakta kullandı. Böylece Marx, bu yazı ve eserlerinde 1789-1871 arasındaki yaklaşık yüz yıllık Fransız tarihinin en kritik momentlerinin bir analizini verir bize. Alman burjuva devrimini ise aynı tarih görüşüyle Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim’de Engels anlatmaktadır.

Kısacası Marks-Engels, yaşadıkları dönemin tüm devrimlerinin (başarılı veya başarısız) tarihini materyalist bir görüşle tahlil ederek onlardan gelecek için dersler çıkardılar ve bu deneyimlerin ışığında kendi teorilerini daha da yetkinleştirdiler.

1789’dan önce Fransız devleti bir monarşiydi. Nüfusun ezici çoğunluğunu köylülerin oluşturduğu bir tarım ülkesiydi. Ama kentler doğmuş ve bu kentlerde yaşayan yeni bir kent toplumu oluşmuştu. 1789 burjuva devriminin esas kaynağı ve üssü bu kentlerdi.

Devrimden önce “Aydınlanma” adı verilen düşünsel (fikri, entellektüel) bir devrim yaşanmış ve bu dönemin akılcılık, milliyetçilik ve bireycilik (kişi hakları) gibi fikirleri öncelikle kentlerde tutunarak devrime katkıda bulunmuşlardı. Toplumun okur-yazar kesimlerinde bu dönemde bir fikirsel dönüşüm görülür. Fransız Devrimi’nin temel sloganı haline gelen “Liberty, Equality, Fraternity” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) kavramlarını Aydınlanma düşünürleri koymuşlardı. Ulusçuluk olgusu da Aydınlanma döneminde gerçeklik kazandı. Fransa’da Aydınlanma denen evrenin en önde gelen düşünürleri Jan Jak RouseauMontesque ve Voltaire idiler. Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın etkisiyle 26 Ağustos 1789’da ilan edilen  Fransız Devrimi’nin onyedi maddelik İnsan Hakları Deklerasyonu ilhamını demokrasi fikrinin babası olarak görülen Rouseau’nun fikirlerinden aldı (“Demokrasi” kavramı ilk kez antik Yunan’da doğmuştu, ama o sıra insan hakları diye bir kavram yoktu). “İnsan hakları” kavramı Fransız Devrimi’nin buluşu olarak kabul edilir. ABD’de daha önce orta çıkmış olsa da bu kavramı evrensel bir sorun olarak gündeme sokan Fransız Devrimi olmuştur. Bu anlamda onu Fransız Devrimi’nin buluşu saymak yanlış değildir. 13. Yüzyıl İngiltere’sindeki “Magna Carta”nın “insan hakları” ile bir ilişkisi yoktur. Modern demokrasi anlayışını ve modern demokrasiyi doğuran Fransız Devrimi oldu.

Devrim 14 Temmuz 1789’da başladı. Fransız tarihinde buna Birinci Devrim denmektedir. Bu tarih ulusal bayram ilan edildi. Devrimin bu ilk aşamasına reform yanlıları (Reformcular) öncülük etti. Daha 17 Haziran’da (1789) burjuvazi kendisini Ulusal Meclis olarak ilan etmişti. Bu tarih devrimin başlangıcı olarak alınabilir. Onun kazanacağını farkeden soyluluk ve klerjinin reform yanlısı üyeleri de burjuvaziye katıldılar. 1789 Devrimi ilkin bir Kurucu Meclis ilan etmiş, İnsan ve Vatandaş Hakları Deklerasyonu (1789)’nu yayınlamıştı. 1791 Anayasası ise “Ulusal Egemenlik” ve kuvvetler ayrımını getirdi. Bu aşamada oy hakkı henüz sadece belli miktarda mülkü olanlara (saptanan miktarda vergi ödeyenlere) tanınıyordu. Yani genel oy hakkı henüz tanınmıyordu.

1789-91 arasında Kurucu Meclis’te çeşitli burjuva fraksiyonlar (partiler) mevcuttu. Adları kısmen farklı verilen bu politik klüpler/partiler İngiliz Devrimi örneği izlenerek 1789 Fransız Devrimi’nden hemen sonra Paris’te kuruldular. 1789 Devrimi’nin ve Kurucu Meclis’in başta gelen üç partisi JirondenlerJakobenler/Radikaller (Robespierre, St. Just, Danton, Marat, vd) ve Anayasacılar (Ilımlılar: Bailly, Lafayette) idiler. Meclis salonunun düz kısmındaki sandalyelerde oturduklarından Jirondenler’e The Plain (ova), salonun daha yüksekteki sandalyelerinde oturan Jakobenler’e The Maountain (dağ) deniliyordu.

Marks’ın deyişiyle bu üç partinin herbiri sırasıyla devrimi kendisinin artık arkasından gidemeyeceği yere kadar götürdü, bu noktadan sonra ise nöbeti (öncülüğü) o zamana kadar onu izleyen en gözüpek müttefik devraldı. Anayasacılar’ın egemenliği yerini Jirondenlere, Jironden egemenliği de yerini Jakobenlere bıraktı. Böylece 1789 Devrimi bu şekilde “yükselen bir çizgi” izleyerek gelişti (Marks, 1848 Devrimi’ndeki 16 Nisan, 15 Mayıs ve 22 Haziran olaylarında bunun tersi bir durum görüldüğüne işaret eder, çünkü 1848 devrimindeki üç parti olan Proletarya Partisi/Blankistler, Montagne/küçük-burjuva parti ve Düzen Partisi ile National Parti de denen cumhuriyetçi burjuva partiden oluşan burjuva partiler şöyle davrandı: Her parti kendisini ileri itmek isteyeni geri tepti, kendini geri itmek isteyene ise ileri doğru abandı, böylece 1789’un aksine 1848 devrimi geriye doğru bir hareket, yani “inen bir çizgi” izledi).

1789-91 Kurucu Meclis (Constitute Assemble)’indeki fraksiyonlardan biri amacı devrimi sona erdirmek olduğu için aristokrasi ile bir anlaşma yapıp Anayasal Monarşi’de uzlaşma girişimi yaptıysa da bu politika çöktü.

1791’de Kurucu Meclis yerini Yasama Meclisi (Legislative Assemble)’ne bıraktı.

1791-92 arası yıllarda Fransa’da Devrimci Hükümet Jirondenler (Girondenler)’in elindeydi. Jirondenler kentlerin özerkliğini ve bir tür federal birliği savunuyorlardı. 1789 Fransız devrimi sırasında oluşan büyük sanayi, ticaret ve toprak burjuvazisinin partisi olan Jirondenler, adlarını mecliste bu partinin birçok lideri tarafından temsil edilen Gironde adlı kentten alıyorlardı. Birinci Cumhuriyet döneminde iktidarı ele geçiren Jakobenler ise bu adı Aziz Jacob’un adını taşıyan bir Jakoben manastırında toplanmaktan dolayı almışlardı. Bunlar federalizme karşı merkezi bir yönetime taraflardı.

Bir görüşe göre sosyalizmin kökeninde Jacobenizm yatmaktadır. 1840’ların başında Marx’ın bile bir Jacoben olduğunu öne sürenler vardır.

Yasama Meclisi’ndeki Sol Kanat, Jirondenler ile Jakobenler’den oluşuyordu. Devrik Fransız kralı bir karşı-devrim girişiminde bulundu ve iktidardan edilmiş olan soyluluk eski rejimi restore etmek için Prusya ve Avusturya gibi Avrupa monarşilerinden yardım talep etti. Bu ülkeler 24 Ağustos 1791’de Avrupa’nın “devrimci ulusu” Fransa’ya silahlı müdahale, yani savaş tehdidinde bulundular. Yabancılarla işbirliği yaptığı için “hain” olarak suçlanan kral Louis kaçmaya çalışırken yakalandı. Fransız Meclisi Jirondist burjuvazinin ısrarıyla 1792’de Avusturya’ya savaş açtı, ama bu savaş 1792’de Fransa’nın askeri yenilgisiyle sonuçlandı. Dışarda savaşa girmeden evvel Fransa’daki aristokrasiyi imha etmeyi önermiş olan Jakobenler’in lideri Robespierre (1758-1794) olaylar tarafından doğrulandı. Ulusal (ekonomik) krizin etkisiyle 1792’de halk yığınları arasında ulusçuluk (yurtseverlik) ve devrimci coşku giderek kabardı. Çok geçmeden burjuvazi içinde Jirondenler’den daha radikal olan Montagnardlar ortaya çıktı. Bu arada 11 Temmuz 1792’de Avrupa monarşilerinin birleşik orduları Fransa’ya girdiler. Avrupa monarşileri arasında böyle bir ittifak ilk kez monarşiyi devirmiş bulunan devrimci Fransa’ya karşı oluştu. Yasama Meclisi’nin “Anavatan tehlikede” çağrısı yaptığı böyle bir dönemde halk ayaklanmasından korkan Jirondenler dış düşmanla işbirliği yapmakla suçladıkları kral ve soylulukla uzlaşma girişimlerinde bulundular.

Tam bu sıralarda nihayet Jirondenlerin korktuğu başlarına geldi. 10 Ağustos 1792’de “İkinci Devrim” adı verilen bir halk ayaklanması patlak verdi. Fransa topraklarının yabancı orduların işgalinde bulunduğu bir sırada patlak vermiş olan bu sosyal ayaklanma aynı zamanda ulusal idi. Aşağı sınıflara dayanan bu devrim oy hakkını mülk sahipleriyle sınırlayan 1791 Anayasası’nı da Anayasal Monarşi’yi de devirdi ve bu devrimle birlikte oy hakkına konulan sınırlama kaldırılarak genel oy hakkı (Üniversal suffrage) ilan edildi.

Bu gelişmeleri protesto eden soyluluk ve kralla uzlaşma taraftarları (Lafayette vd) bu sırada devrimi terkettiler (19 Ağustos 1792).

Eylül 1792’de Fransa’nın bir cumhuriyet olduğu ilan edildi (19. Yüzyılın tüm burjuva anayasalarına devrimden sonra yapılan Fransa anayasası ve cumhuriyeti model teşkil etti).

1792 yılı Meclis’te yeni partilerin de oluştuğu bir yıl oldu. Devrimin radikalleşmesiyle birlikte burjuvazi içinde halk ile ittifakı savunan Montagnardlar (özellikle Jacobenler) ile halkı tehdit olarak gören Jirondenler birbirlerinden iyice kopuştular. Bu kriz ortamındadır ki 1791 Anayasası askıya alındı ve Ulusal Konvansiyon (National Convention) için seçimler yapıldı. Yeni meclis devrimci ordunun Paris’in kuzeyinde Prusya birliklerini yenilgiye uğrattığı aynı gün toplandı (20 Eylül 1792). Bu savaşa tanık olan ünlü Alman şairi Geothe, “Bugün ve burada dünya tarihinde yeni bir çağ başlıyor” demiştir.

Robespierre, Louis de Saint-Just (1767-1794) ve Camille Desmoulins (1760-94) gibi isimlerin liderliğindeki Jakobenler giderek aşağı sınıflardan yana daha radikal tutumlar aldılar. Jirondenler’in karşı çıkmasına rağmen Konvansiyon kral Louis XVI’in yargılanmasını ve ölüm cezasının infazını kararlaştırdı  (21 Ocak 1793). Kralın giyotine gönderilmesi krizi derinleştirdi. Monarşiyi geri getirme ya da anayasal monarşi düşüncesi kesin bir darbe yedi ve Cumhuriyet seçeneği güç kazandı. Ulus ve Cumhuriyet kavramları özdeşleşti.

Bu gelişmeler Jirondenler’in de yenilgisi demekti.

1 Şubat 1793’te Konvansiyon İngiltere ve Hollanda’ya, 7 Mart’ta ise İspanya’ya savaş ilan etti. Başını İngiltere’nin çektiği “Birinci Koalisyon” diye bilinen bu ülkelerin ittifakı “devrimci ulus” Fransa’ya karşı bir dış reaksiyondu. Jakobenler ile Montagnardlar’ın teşvik ettiği Jironden karşıtı 31 Mayıs-2 Haziran 1793 isyanı devrimin yeni bir aşamasını başlattı. Temmuz 1793 tarihi, Jakobenlerin Jirondenleri iktidardan devirdiği ve Robespierre’nin bir diktatörlük kurduğu tarih olarak verilir bazı kaynaklarda.

Jirondenler Konvansiyon’dan tasfiye edildiler. Çok geçmeden Ulusal/Kamu Güvenlik Komitesi (Kamu Güvenliği Komitesi, The Commitee Of Public Safety) hükümetin baş organı haline geldi. Bu komitenin üyelerinden biri de Montagnardlar (sağ kanat Jacobenlerden)’dan Parisli lider Danton (1759-1794)’du. Dokuz kişiden oluşan Kamu Güvenliği Komitesi’nin geçici olarak kesin otorite/iktidar yapılması Danton’un önerisiyle gerçekleşmişti. Danton, savaş/kavga yerine görüşmeler yapıyordu. Ulusal Güvenlik Komitesi’nin ve bu komitenin üyelerinden Robespierre’nin otoritesi giderek artmış ve muhalefete karşı artan ölçüde şiddete (teröre) başvurulur olmuştu. 1793 Ekim’inde bir seri politik yargılamalar başlamış, 3 Ekim günü Devrimci Mahkeme (Revolutionary Tribunal) önüne çıkarılan 22 Jironden 31 Ekim’de giyotine verilmişlerdi. 1793 sonlarında politik tutukluların sayısı binleri bulmuş, yüzlerce kişi giyotine yollanmıştı. Temmuz 1794’te 1251 devrim-karşıtı kralcı giyotinde öldürülmüştü. 1794’te tüm Fransız sömürgelerinde kölelik kaldırıldı (Robespierre asıldıktan sonra kölelik tekrar geri getirildi). Ateizm gelişti. Bu dönem boyunca Devrimci Hükümet’in kontrolünde terör süreklilik kazanmış, bir aralık kiliselerin de kapatıldığı, dine karşı bir tutum alındığı oldu. Ama Konvansiyon 6 Aralık 1793’te inanç ve ibadet özgürlüğü prensibini tasdik etti. Bir savaş hükümeti olan Devrimci Hükümet’in (yürütmenin) otoritesinin giderek güçlendiği bu süreçte Fransa’da yönetim aygıtı da giderek merkezileşti. Bu, yürütmenin (otoritenin) merkezinde bulunan Ulusal Güvenlik Komitesi’nin başarısı için zorunlu bir koşuldu. Aralık 1793’ten Temmuz 1794’e kadarki sürede (Thermidoradı verilen reaksiyona kadarki sürede) başında Robespierre’nin bulunduğu “Devrimci Hükümetin Diktatörlüğü” istikrar kazanmış, devrimci terör yöntemine başvurularak devrim düşmanları sindirilmiş, karşı-devrimci isyan odakları bastırılmıştı. Devrim, özgürlük/kurtuluş için devrim düşmanlarına karşı açılmış bir savaş olarak değerlendiriliyor ve devrimci hükümetin işlevleri de buna göre tanımlanıyordu. Özel mülkiyetin tasfiyesinden sözedilmese de, Saint-Just “Ne zengin ne de fakir olmalı” diyordu.

Ama Devrimci Hükümet uzun yaşamadı. Elinde bir gazete bulunan ve 1789 Devrimi’nin önderlerinden biri olan Danton, kendi gazetesinde ve Meclis’te devrimin hızını kesmek, terörü azaltmak gerektiğini savunuyordu. Hatta onun Robespierre’nin yönetimine karşı bir darbe hazırlığı yapmakta olduğu söylentileri çıkar. Danton ve çevresindeki grup hükümete muhalefete, ona saldırmaya başlamışlardı. Nihayet 29-30 Mart gecesi “komplo” ve “ihanet”le suçlanan Danton, Camille ve diğerleri (sağ kanat) tutuklanıp Devrimci Mahkeme önüne çıkarıldılar ve 5 Nisan 1794’te giyotine gönderildiler.

Nisan 1794’ten Thermidor (Nisan 1794 ile Temmuz 1794 arasındaki döneme Termidor deniyor ki, bu Danton ile Robespierre’in asılışları arasındaki süre ile örtüşür)’a kadar merkezileşme arttı, terör yoğunlaşarak devam etti. Ama bu süreçte devrimci hükümet halk desteğini yitirdi. Mayıs 1794’te Hristiyanlığın tasfiyesi kararının ve Jakoben terörünün ardından bir hükümet krizi patlak verdi ve bu olay devrimci hükümetin düşüşünü hızlandırdı. Hükümetin kendisi içinde de anlaşmazlıklar patlak vermişti. Ulusal Güvenlik Komitesi’nde Robespierre’nin grubu tecrit edilmişti. Bu anlaşmazlıklar sonunda Konvansiyon önüne getirildi. 8 Thermidor günü Robespierrre adlarını vermeden Konvansiyon önünde hasımlarına saldırınca onlar da karşı atağa geçtiler. 9 Thermidor günü (yeni Fransız takviminde 27 temmuz 1794) ulusal Meclis’te muhalefet birleşmiş, içinde rüşvetle satın alınmış temsilcilerin de bulunduğu ilkesiz bir koalisyon kurulmuş ve Konvansiyon’dan Robespierre’nin tutuklanması emri çıkartılmıştı.

27-28 Temmuz 1794’te Robespierre düşürüldü.

Bu sırada Paris Komünü tarafından yapılan bir isyan girişimi başarısızlığa uğradı. 10 Thermidor günü Robespierre ve yoldaşları (Saint-Just, vd) mahkeme bile edilmeden  giyotine verildiler (1794).

Bu olay “devrimin sonu” oldu.

Böylece 1789’da başlayan devrim yaklaşık beş yıl sonra 1794’te Robespierre ve yoldaşlarının giyotinde öldürülmeleriyle bitmişti.

Eylül 1794’te karşı-devrimci terör dönemi başladı (geri geldi). Politik partiler/klüpler ve devrimci mahkemeler yasaklandı. 1795 Nisan ve Mayıs aylarında Paris halkı tekrar ayaklandı. Bu isyanlarda bir parti örgütü yoktu.

1796’da ise Gracchus Babeuf yeni hükümeti devirmek için bir komploya başvurdu, ama başarısız kaldı. Aşağı sınıflar artık politik sistemden dışlanmıştı.

Babeuf’un komplosundan sonra hükümet (Directory), anti-Jakoben bir baskı kampanyası yürüttü ve daha da sağa kaydı.

Birinci Direktory (1795-97) altında halkı dışlayan çok sınırlı bir Cumhuriyet mevcuttu. Bu dönemde dışardaki savaşlarda 1796-97’deki başarılarıyla özellikle fetihçi general Napoleon Bonaparte prestij kazandı ve giderek bağımsız bir güce ve faktöre dönüştü. Directory, bir zaman sonra Bonapart’ın ve ordunun elinde bir rehine dönüştü.  İkinci Direktory denen 1797-99 döneminde Fransa’nın dışarıdaki fetihlerine tepki olarak Fransa’ya karşı aralarında Britanya, Rusya, Avusturya ve İsveç’in de bulundukları bir “ikinci koalisyon” oluştu. İtalya ve İsviçre’yi kaybeden Fransa giderek kendi doğal sınırlarına çekilmek zorunda kaldı. Dışardaki yenilgi ve ekonomik çöküntünün yolaçtığı içteki hoşnutsuzluk Jacobinleri güçlendirdiyse de Termidorcu burjuvazi iktidarı korudu. Ama Jacobinler’den duyulan korku da giderek artıyordu.

1799’da Napolyon Bonapart’ı iktidara getiren “Onsekizinci Brumaire Darbesi” oldu. 1799’dan 1815’e kadar artarak güçlenen ve kıtada egemenlik için savaşlar yapan Bonapart, 1804’te kendisini imparator ilan etmiş ve kendi öz monarşisini yaratmıştı.

1813-14’te Napolyon’un egemenliğine karşı Alman ulusal kurtuluş/bağımsızlık savaşı başladı. Fransa’ya karşı başını Britanya’nın çektiği bir “Üçüncü Koalisyon” oluştu. 21 Ekim 1805’te Trafalgar’da Britanya Fransa’yı yenilgiye uğrattı. 1812-15 arasında Napolyonik sistem çöktü. 1815 Haziaran’ında Fransa Waterloo’da bir kez daha Britanya’ya yenildi. Bu savaşta esir düşen Bonapart sürgün edildiği uzak bir adada 1821’de öldü.

Böylece 1799-1815 arasını kapsayan ve Avrupa tarihinde  Napolyonik Çağ olarak bilinen çağ sona ermişti. Bu çağ boyunca Fransa kendisini feodal ve mutlakiyetçi rejimlere karşı mücadelenin öncüsü olarak görmüş, 1792’de Avusturya’ya karşı savaşla birlikte kıtasal bir savaş yoluyla kendi fikirlerini, devrimini ve rejimini (devlet biçimini) bütün Avrupa kıtasına ve dünyaya yaymak için savaşmıştı. Fransa’nın yürüttüğü bu kıtasal savaş Avrupa’da monarşileri korumak ve devrimleri ezmek amacıyla Fransa’ya karşı 1815’te o dönemin belli başlı monarşileri olan Prusya, Avusturya ve Rusya arasında “Kutsal ittifak” olarak bilinen gerici ittifakın oluşmasına götürdü (Buna karşın 1815’ten 1914’e kadarki dönem Avrupa’da Fransa’nın başlattığı bir çağ, yani “Ulusal devletler çağı” oldu).

1815 sonrasında Fransa’da bir restorasyon yaşandı. Buna Restorasyon Dönemi (1815-30) deniliyor. Meşrutiyetçiler adı da verilen Bourbon Sülalesi yandaşlarının egemenliği dönemidir bu. İktidar bu aralıkta burjuvazinin bir kesimini oluşturan büyük toprak sahiplerinin (tarım ve ticaret burjuvazisinin) elindedir (burjuvazinin tümünün değil sadece bir kesiminin elinde).

Bu dönemin devlet biçimi Marks’ın burjuva devletin bir biçimi (ilk biçimi) olarak gördüğü ve bu nedenle “Burjuva monarşi” olarak tanımladığı Anayasal Monarşi’dir. Sürgünden dönen Louis XVIII (1815-24) altında bir Anayasal Monarşi kuruldu (“Burjuva Monarşi”, Bourbon hanedanı yönetimi). Yönetim burjuvazinin kralcı hizbinin elindeydi. 1789 Devrimi’nin alaşağı ettiği kralcı güçler ve monarşi geri gelmiş, eski günlerin intikamını almak için Beyaz Terör estirmişti.

Bu döneme, 1830 Devrimi’yle son verildi.

1830’da halk Bourbon hanedanını Kurucu meclis, Cumhuriyet, Genel Oy Hakkı talepleriyle bir ayaklanmayla devrmiş, ama devrimi halk yapsa da iktidara bu kez de daha örgütlü olduğu için halkın zaferinde yararlanan burjuvazinin bir kesimi gelmişti. Bu kesim burjuvazinin özellikle mali kanadını temsil eden Orleans sülalesinden/hanedanından L. Philippe adında birini kral olarak tahta oturtmuştu. 1830 Devrimi bir burjuva devrimdi, bu devrim iktidarı toprak sahiplerinden kapitalistlere geçirdi. 1830-48 arası Temmuz Monarşisi diye tanımlanır (adını 1830 Temmuz devriminden alır). Bu dönemde de iktidar burjuvazinin tümünün değil yalnızca bir kesiminin, ama bu kez mali aristokrasinin/sermayenin (Bankerler, Borsa kralları vd) elindedir. Bu sırada muhalefette bulunan sanayi burjuvazisi kralcı burjuvaziye karşı Cumhuriyet talep ediyordu, yani cumhuriyetçiydi.

Temmuz Monarşisi adı verilen bu dönemde Fransa’da 1832, 1834 ve 1839 işçi ayaklanmalarına tanık olundu. Hepsi de kanlı şekilde bastırılan bu ayaklanmalardan sonuncusu (12 mayıs 1839) Blanki ve Barbes liderliğindeki Mevsimler Derneği tarafından örgütlenmişti.

1789 Fransız Devrimi’nin hemen her yıldönümünde “Devrim ve Terör” konulu açık oturumlar yapılır, Fransız Devrimi’ni konu alan filmler (Reign Of Terror ve Danton, vd gibi) gösterilir. Lenin ve Robespierre paralelliği kurulur. Fransız devrimi’nde Robespierre, Rus Ekim devriminde Lenin kilit isimlerdir.

İngiliz burjuva ideologları şiddet kullandıkları için Fransız ve Rus devrimlerini hep eleştirir. Bugünkü Fransız burjuvazisi de Fransız Devrimi’nin 1789-92 arasındaki birinci evresini kabul eder, ama totaliter bulduğu Robespierre’nin liderliğindeki 1792-95 evresine sahip çıkmaz. Her ne kadar şiddet her durumda kaçınılmaz değilse de, tanımları ve tabiatları gereği bütün devrimler şiddet içerirler.

Aslında devrime sepep olan şeyler, bir de devrimin kendisinin sepep oldukları, yani sonuçları vardır. Terörü yaratan veya başlatan Fransız devrimi olmadı. Terör 1793’te doğmadı. O zaten vardı. Devrimin devirdikleri halka terör uyguluyor, devrildikten sonra da yabancı ordularla işbirliği içinde eskiyi geri getirmek için teröre başvuruyorlardı. Fransız Devrimi de tıpkı Ekim Devrimi gibi kuşatılmıştı. 1792’de hepsi de birer monarşi olan Britanya, Çarlık Rusyası ve Avusurya-Macaristan imparatorlukları Fransa’ya karşı ittifak yapmış, bu ülkeyi işgale kalkışmışlardır. Bunun üzerinedir ki Fransa kendisini savunmak zorunda kalır, totaliter bir kimliğe bürünür.

Kısacası Fransız Devrimi’ne karşı tutumun o gün olduğu gibi 200 yıldan çok sonra buğün de Fransız toplumunu böldüğüne tanık oluyoruz. Tarihe herkes  andaki duruşu ve güncel çatışmalar içindeki tavrı bağlamında yaklaşıyor.

 

Not: Fransa’da cumhuriyet ilk kez 1789 devrimini takiben 1792’de ilan edildi. 1789-1804 arasına Birinci Cumhuriyet deniliyor. 1804-14 arası Birinci İmparatorluk diye bilinir. Sonra Restorasyon Dönemi (Anayasal Monarşi/Burjuva Monarşi: 1815-30) ve Temmuz Monarşisi (Anayasal Monarşi: 1830-48), ardından İkinci Cumhuriyet (24 Şubat 1848-1852 arası) geliyor. 1852-1870 arası ise İkinci. İmparatorluk dönemidir. 1871-1940 arası III. Cumhuriyet, 1947-58 Dördüncü, 1958 sonrası da Beşinci Cumhuriyet dönemidir.

 

 

1848 Devrimleri ve Bonapartizm

Karl Marks, 1850 yılında yazdığı makalelerinin derlenmesinden oluşan Fransa’da Sınıf Savaşımları: 1848-50 ‘nda özetle şöyle demektedir:

Burjuva koşullar burjuva toplumun üretim güçlerinin gelişmesine izin verdikleri sürece (şimdi 1850’de yaşanan refah bunu gösterir) gerçek bir devrimden sözedilemez. Böyle devrimler ancak modern üretim araçları ile burjuva üretim biçimleri çatışmaya girdikleri dönemlerde olanaklıdır. Coşkulu bildiriler para etmez. Yeni bir devrim yeni bir bunalımın ardından gelebilir. Biri ne kadar kesinse diğeri de o kadar kesindir.

  1. yüzyılda ekonomik bunalımların kural olarak o dönemde dünya pazarının hakimi (burjuva dünyasının merkezi) olan İngiltere’de başlayıp kıtaya yayıldıklarına, devrimlerin ise Fransa’da patlak verip tüm kıtaya buradan sıçradıklarına işaret eden Marks, önce İngiltere’de başlasalar da bu bunalımların ilkin İngiltere’nin kendisinde değil kıtada devrimler (şiddetli patlamalar) doğurduğunu söylemekte, kıtadaki bu devrimlerinin İngiltere’ye ne ölçüde yansıdığı ise bu devrimlerin burjuvazinin varlık koşullarına ne ölçüde zarar verdiğine bağlıdır diye eklemektedir.

Marks’a göre bu devrimlerin nedenleri her zaman İngiltere’de, kendileri kıta üzerinde olmuşlar, burjuva gövdenin kalbine vurmadan önce denge olanağı daha az olan uçlara (periferiye) vurmuşlardır. Proletarya devriminin sadece Fransa’nın ulusal sınırları içinde zafer elde edemeyeceğini söyleyen Marks, bu devrimin zaferinin onun dünya (Avrupa) pazarının egemeni İngiltere’yi de etkilemesi, böylece dünya pazarının koyduğu engelleri kırması halinde mümkün olacağını düşünüyordu.

1789, 1830 ve 1848 devrimlerinin hepsi de ilkin Fransa’da patlak vermiş ve çok geçmeden tüm Avrupa kıtasına yayılmışlardır. Marx, 1789’dan beri gerçekleşen Fransız burjuvazisinin bu devrimlerinin hiçbiri “düzene karşı bir suikast” olmadılar, hepsi düzeni (sistemi) ve işçilerin köleliğini olduğu gibi bıraktılar; bu devrimlerle birlikte değişen tek şey “sınıf egemenliğinin siyasal biçimi” (yani burjuva devletin/diktatörlüğünün biçimleri değişmiştir) olmuştur demektedir.

Ona göre sistemi/düzeni hedef alan ilk ayaklanma 22 Haziran 1848 Paris işçi ayaklanması olmuştur.

1848 Devrimi de ilkin 24 Şubat günü Fransa’da patlak verdi ve tüm Avrupa kıtasına yayıldı. Avrupa’nın belli başlı sanayi ve ticaret merkezleri ayaklanmalara sahne oldular. 13 Mart’ta Viyana, 18 Mart’ta Berlin ayaklandı, 10 Nisan’da İngiltere’de Çartistler büyük bir gösteri düzenledi, Mayıs başında İtalya’da bir halk ayaklanması koptu.

1848 devrimleri sadece Avrupa’nın batısındaki değil, doğusundaki (Doğu Avrupa’daki) ezilen ulusları da ulusal bağımsızlıkları için harekete geçirmişti. Polonyalılar, Macarlar, Prusya ve Avusturya eğemenliği altında yaşayan hemen tüm Slav halklar (Sırplar, Çekler, Hırvatlar, Bulgarlar) ayaktaydı. Bu devrim İngiltere’deki 1847 krizinin (ticari ve sınai bunalım) de katkıda bulunduğu Avrupa ülkelerindeki bunalımın (enflasyon, hayat pahalılığı) bir sonucuydu.

1848 Şubat Devrimini takiben Fransa’da burjuva öğelerin çoğunlukta olduğu bir Geçici Hükümet (transtional/İnterim Goverment) kuruldu. Bu hükümet 1815’ten beri yürürlükte olan ve sermaye eğemenliğini gizleyen kralcı/monarşist yönetim biçimlerine son verip Cumhuriyet ilan etmekte ikircikli davranınca, henüz barikatları sökmemiş ve silah bırakmamış bulunan Paris proletaryası tarafından ayaklanma ile tehdit edildi. Bunun üzerinedir ki hükümet genel oya dayalı bir Cumhuriyet ilan etmek zorunda kaldı.

Marks’a göre Şubat devrimi genel oyu getirmekle Fransa’nın kaderi üzerinde nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan mülk sahibi köylüleri oy hakkına sahip kılmış, dolayısıyla söz sahibi yapmıştı. Böylece bu devrimle birlikte burjuvazinin bütün fraksiyonlarının temsil edildiği sermayenin/burjuvazinin ortak, çıplak ve açık egemenlik biçimi olan “Burjuva Cumhuriyeti” (“Şubat Cumhuriyeti”, “Burjuva egemenliğinin cumhuriyetçi biçimi”) oluştu, devrime kendi dar amaçları için katılmış olan burjuvazinin devrimi sınırlaması da önlendi.

Fransız toplumuna ve Geçici Hükümet’e Cumhuriyet’i kabul ettiren silahlı Paris proletaryası olmuştu. İşçi sınıfı burjuva ağırlıklı bu hükümete iki temsilcisini (L. Blanc ve Albert) de yerleştirdi.

Tıpkı 1830 Temmuz Devrimi gibi Şubat 1848 de bir burjuva devrimdi. Çünkü bu devrim burjuvaziyi iktidar yapmış ve kapitalizmin sınırları içinde kalmıştı. Sosyalist değil, demokratik bir devrimdi bu. Ama sanayi burjuvazisi ile ittifak halinde savaşan proletarya bu devrimde birdenbire “bağımsız bir parti” olarak öne çıkmış, burjuvazinin yanında kendi çıkarlarını üstün kılmaya çalışmış, devrime katılmakla henüz kendi kurtuluşunu değilse de bu uğurda bazı kazanımlar elde etmişti.

İngltere’yi sanayi ülkesi, Fransa’yı ise 1850’de hala bir tarım ülkesi olarak tanımlayan Marx’a göre 1848’de Fransa özelinde proleter bir devrimin iktisadi (maddi) temeli henüz olgun olmadığı için 1848 Şubat’ında Fransız sanayi proletaryası da henüz kendi devrimini yapacak güçte ve yetenekte değildi. O tarihte Fransa’nın iktisadi gelişmesi henüz geri ve yetersizdi. O ana kadar daha sanayi burjuvazisi iktidar bile değildi. Sanayinin daha da gelişmesi ve o sırada sadece Paris ve birkaç diğer merkezde yoğunlaşan sanayi proletaryasının ulusal ölçekte güçlenmesi ise ancak sanayi burjuvazisinin egemenliği altında mümkündü.

1848 Şubat Devrimi doğrudan doğruya mali burjuvaziye (mali aristokrasiye) karşı yapılmıştı. Kısası, 1848 Şubat’ında Fransız proletaryası kendi sınıf çıkarını toplumun devrimci çıkarı olarak öne sürecek konumda değildi, bu nedenle de ancak burjuvazinin çıkarı yanında kendi çıkarlarını da başarmaya çalışıyordu. Üç renkli Fransız ulusal bayrağı çekilirken kızıl bayrağı indirmesi bundandı. Ulusun proletarya ile burjuvazi arasında yeralan orta katmanları (köylülük ve küçük burjuvazi) koşullar tarafından onu kendi öncüleri olarak tanıyıp destekleme konumuna gelmedikçe sermayenin egemenliği devrilemezdi (Bk. K. Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları-1848-50, 1850).

Şubat 1848 Devrimi’nden üç-dört ay sonra 22 Haziran 1848’de Paris işçileri ayaklandı. Bir hafta sonra, yani ayaklanmanın yenilgisini takiben Yeni Ren Gazetesi’nin 29 Haziran 1848 tarihli sayısında kardeşlik burjuvazi ile proletaryanın çıkarlarının kardeş olduğu (çakıştığı) yere kadar sürdü diyen Marx, bu ayaklanmanın 1789’dan bu yana gerçekleşen Fransız devrimleri içinde düzeni/sistemi (yani burjuvazinin egemenliğini) hedef alan, burjuvazinin sınıf eğemenliğini zor yoluyla devirmek ve işçilerin köleliğine son vermek isteyen ilk ve tek ayaklanma olduğunu söyler ve ekler:

Bu ayaklanmada modern toplumu ikiye bölen iki sınıf arasında ilk büyük çarpışma verildi. Bu, burjuva düzenin sürdürülmesi ya da ortadan kaldırılması uğruna savaşımdı. Cumhuriyeti gizleyen perde yırtılıyordu.” (K. Marx, FSS, 1850).

22 Haziran 1848 ayaklanmasında işçilerin çoğunluğu silahsız ve öndersizdi. Ayaklanma ortak bir plandan ve yardım kaynaklarından yoksundu. Böylece bu ayaklanma yenildi. Marx’a göre ancak Haziran yenilgisiyle birliktedir ki Fransız işçi sınıfı “burjuva cumhuriyetin bağrında “ kendi durumunda küçük de olsa bir iyileşme beklemenin hayal olduğunu gördü, o tarihe kadarki illüzyonları dağıldı. Şubat devriminden ödün olarak “burjuva hak istemleri” talep eden işçi sınıfı Marx’ın yazdığına göre Haziran 1848 ayaklanmasında “Burjuvazinin devrilmesi! İşçi sınıfının diktatoryası!” talebini/sloganını benimsemiştir.

22 Haziran 1848 ayaklanması tüm Avrupa kıtasında burjuvazileri halka karşı feodal monarşiler ve feodal güçlerle ile açıkça ittifaka sürükledi. Fransız burjuvazisi kendi proletaryasına karşı iç-savaşı yürütebilmek için dışarda barış siyasetini benimseyerek “ulusal devrimleri” (“ulusal bağımsızlıkları uğruna” savaşıma başlamış halkları) Kutsal İttifak olarak bilinen üçlü koalisyonu oluşturan Rusya, Prusya ve Avusturya monarşilerinin üstünlüğüne teslim etti. Oysa bu koalisyon Avrupa kıtasında burjuva cumhuriyetlerine karşı monarşileri, burjuva demokrasilerine karşı gericiliği temsil ediyordu. Fransa’nın Avrupa devriminde insiyatifi ele almasına olanak verecek koşullar ancak Haziran yenilgisiyle yaratıldılar diyen Marks şunları eklemektedir:

Fransa’da her yeni proletarya ayaklanması hemen bir dünya savaşının başlama işareti olacaktır. Yeni Fransız devrimi derhal ulusal alandan ayrılmak ve 19. Yüzyılın toplumsal devriminin üstün gelebileceği tek alanı, Avrupa alanını ele geçirmek zorunda olacaktır…Devrim öldü! Yaşasın Devrim!” (K. Marx, FSS, 1850).

Marx, Şubat (1848)’tan önce devrim “devlet biçiminin yıkılması demeye geliyordu”, ama “Haziran’dan sonra devrim burjuva toplumun yıkılması demeye geliyor” diye yazmaktadır (FSS, 1850).

Haziran yenilgisinden sonra Fransa’da iktidar iç-savaş sırasında karşı-kampı yöneten burjuvazinin Cumhuriyetçi kanadının eline geçti. Ancak arkasında proletarya olduğu zaman burjuvaziye karşı devrimci bir tutum alabilen küçük-burjuvazi, Haziran çatışmasında burjuvazi ile ittifak halinde işçi sınıfına karşı savaşmış, ama işçi sınıfının yenilgisini takiben burjuvazi tarafından küçük-burjuva demokratların (“Demokrat cumhuriyetçiler”) etkisi de kırılmıştı. Bu küçük-burjuva demokrat partinin parlamento grubuna (meclis grubu) zavallı bir kopyası oldukları 1793’ün eski Montagne’sine özendikleri için Montagne (Dağ) deniliyordu.

Haziran ayaklanması sırasında bu ayaklanmayı bastırmak için Fransa’da başında diktatörce yetkilerle donatılmış General Cavaignae’nin bulunduğu bir “Askeri diktatörlük” oluşmuştu. Paris’te sıkıyönetim vardı. General Cavaignae Cumhuriyetçi burjuvazinin adayı olarak 10 Aralık 1848 başkanlık seçiminde Napolyon Bonaparte’nin yeğeni Louis Napolyon ile yarıştı ve kaybetti. Marks’a göre seçimleri 1789 Fransız devriminin yarattığı “yeni köylü sınıfının” çıkarlarını temsil eden Louis Napolyon (II. Bonapart)’un kazanması ve onun devlet başkanı olması ile birlikte Fransa’da “burjuva diktatörlüğü” (cumhuriyetçi burjuvazinin diktatörlüğü) sona erdi. “10 Aralık, mevcut hükümeti deviren köylülerin Hükümet Darbesi oldu” ve Fransa’nın en sıradan adamı ve amcası Birinci Bonapart’ın ancak zavallı bir kopyası olan II. Bonapart birdenbire karmaşık bir önem kazandı. O, her sınıfın ağzında başka bir anlam taşıyor, hiç bir şey olmadığı için her anlama geliyordu. Seçimlerde onu yalnız köylüler değil, ordu, kralcı burjuvazi (mülkiyeti, aileyi, dini ve düzeni korumayı ilke edinen “Düzen Partisi”nde toplanmış olan burjuvazinin monarşi yanlısı fraksiyonu), küçük-burjuvazi (düşmanları bu partiye Düzen Partisi’nin zıddı anlamında Anarşi Partisi adını takıyordu), ayrıca küçük-burjuvazi ve işçi sınıfının “en ileri kesimleri” kendi adaylarını (Ledru-Rollin ve Raspail) çıkarmış olsalar da cumhuriyetçi burjuvazi ve adayından Haziran yenilgisinin öcünü almak isteyen işçi sınıfı da genelde oy vererek İkinci Bonapart’ı desteklemişti. Böylece tüm bu sınıflar köylülerin seçim zaferine (ayaklanmasına) katkıda bulunmuşlardı. 10 Aralık’ın sonuçları burjuva cumhuriyetçi ve küçük-burjuva demokrat partilerin  yenilgisi demekti.

İkinci Bonapart, devlet başkanı seçildikten sonra burjuva cumhuriyeti giderek bir monarşiye benzetti. Yürütme ve yasama çatışması meclisin tasfiyesiyle sonuçlandı  (K. Marx, FSS, 1850).

13 Haziiran 1849’da küçük-burjuva demokratlarının çağrısıyla otuz-bin kişinin katıldığı barışçıl bir gösteri ordu tarafından dağıtıldı. Marx, 22 haziran 1848 işçi sınıfının, 13 Haziran 1849 küçük-burjuvazinin ayaklanmasıydı demektedir.

1849 ayaklanması dağıtıldıktan sonra İkinci Bonapart yeni bir kabine kurdu. 6 Ocak 1850’de kendi adını taşıyan (Le Napoleon) bir gazete çıkardı ve kendisini savunan dernekler örgütledi (Bonapart’ın devlet başkanı seçildiği tarihin yıldönümünü olan 10 Aralık 1849’da).

Marks, “On Aralık Derneği/Birliği” adıyla örgütlenen bu Bonapartçı derneği “Bonapart’ın Özel Partisi” olarak tanımlar. Hayırsever bir dernek maskesi altında Bonapartçı bir generalin yönetiminde kurulan bu dernek serseri, hırsız, maceracı, pezevenk, kumarbaz, hokkabaz, hamal, genelevciler, eski kovulmuş askerler, işsiz yazarlar vs gibi Paris lumpenlerini (lumpen-proletaryasını) örgütlüyordu. Derneğin ana gövdesini Marks’ın “toplumun bütün sınıflarının tortusu, döküntüsü, firesi” olarak tarif ettiği lumpen-proletarya oluşturuyordu. Bonapart kendi amaçları için kullanabileceği ve yararlanabileceği tek sınıf olarak lumpenleri bulmuştu diyen Marks, bu seçimin onun kişiliği ile uyuştuğuna dikkat çeker.

Ertelenmiş ara seçimler yaklaşınca İkinci Bonapart ve hükümeti zor durumdan çıkışı bir provakasyonda görerek tasarladığı bazı girişimleri için ‘anarşi var’ bahanesi yaratmak istedi. Solu sokağa dökmek (hazırlık gören işçileri zamansız bir ayaklanmaya teşvik) için 5 Şubat 1850’de Özgürlük Ağaçlarını söktürdüler, ama çeşitli sınıfları etrafında toplayan ve bir devrim yapmak üzere olan işçi sınıfı bu kışkırtmaya kapılmadı (özgürlük ağaçları 1789’da başlatılan ve 1830 ve 1848’de devam ettirilen devrimlerin anısına ağaçlar dikme geleneğinden geliyordu).

10 Mart 1850’de ara seçimler yapıldı. Tüm engellemelere rağmen solun Paris’te gösterdiği üç aday (şimdi hükümete karşı proletaryanın önderliği altında toplanmış olan burjuva cumhuriyetçi parti, sosyalist küçük-burjuvazi ve proletaryadan oluşan üç müttefik sınıfı temsil etti bunlar; proletaryayı Blankici bir sosyalist temsil etti) meclise girmeyi başardılar.

Böylece 10 Mart gerçekte bir devrimdi, İkinci Bonapart’ın yenilgisi demekti. Çünkü oy pusulalarının gerisinde sokak vardı, kaldırım taşları vardı.

Marks, 10 Mart 1850 ara seçim sonuçları ile birlikte Fransa’da “bir devrimci bunalım” oluştuğunu söyler (“Mart-Nisan 1850 Bunalımı”).

Bu tarihten sonra İkinci Bonapart ve şaşkına dönen Düzen Partisi yeniden birleştiler. Bonapart yeniden tüm hizipleriyle birlikte Düzen Partisi’nin tarafsız adamı olmuş, bütün Düzen taraftarları güçbirliği yapmıştı. Çünkü “Sosyalizm ile toplum (düzen) arasında ölümüne bir düello yeralıyordu; ya biri ya öteki yokolacaktı, ya düzen sosyalizmi, ya da sosyalizm düzeni ortadan kaldıracaktır diyordu bir düzen yandaşı”.

Halkın iradesi (genel oy) artık düzen yandaşlarına karşı dönmüştü. Denge bozulmuştu.

Her devrimin “genel bir bahaneye” ihtiyacı vardır. Burjuvazi genel oya saldırmakla  ve 31 Mayıs 1850’de Meclis Düzen Partisi oylarıyla genel oy hakkını kaldırmakla devrime ihtiyaç duyduğu bahaneyi sağladı. Genel oy genel bir bahane için en uygunu oldu ve muhalefeti birleştirdi.

Marks’a göre “31 mayıs 1850 yasası burjuvazinin hükümet darbesi oldu” (Bk. Fransa’da Sınıf Savaşımları).

10 Mart 1850’de halkın zaferi sağlanmıştı. 28 Nisan ara seçimleri ise küçük-burjuva demokratların zaferini getirdi. Bu başarılar üzerine 8 Mayıs 1850’de Düzen Partisi genel oyu da, basın özgürlüğünü de kaldırdı. Askerin gövde gösterisiyle bu iş olaysız atlatıldı. Bu arada sanayi ve ticaretteki refah proletarya için her türlü devrimci girişimi (ayaklanma, devrim) önlüyordu. 11 Nisan 1851’de Bonapart parlamentoya ve Düzen Partisi’ne aldırış etmeden yeni bir kabine atadı.

2 Aralık 1851’de ise Bonapart’ın hükümet darbesi oldu.

Marks, bu darbeyi “Onsekizinci Brumaire’nin ikinci baskısı” olarak tanımlar ve 1848 Anayasasının “Sarhoş ve serseri bir askerin” (yani Bonapart’ın) şapka darbesiyle devrildiğini yazar.

 

Devlet Biçimi Olarak Bonapartizm: Bonapartizm, özgün bir devlet biçimi olarak Marks ve Engels tarafından ayrıntılı olarak işlenmiş bir konudur. Marx’ın 1852’de yazdığı Onsekizinci Brumaire adlı kitabın konusu L. Bonapart’ın 2 Aralık 1851 Darbesinin tarihidir. Bu eserde 1848’den 1852’ye kadarki Fransa tarihi işlenmektedir. Marks’a göre Bonapartizm, “Burjuvazinin ulusu/ülkeyi yönetme yeteneğini çoktan yitirdiği, ama işçi sınıfının henüz  bu yetenekte (Fransa’yı yönetecek, sc) olmadığı bir dönemde tek olanaklı yönetim biçimi” olarak belirdi (Bk. Fransa’da İç savaş). “Bonapartizm (emperyalizm)…iyiden iyiye gelişmiş burjuva toplumun devlet iktidarının …en değerden düşmüş, en son biçimidir”. Burjuva toplum bu devleti feodalizmden kurtuluş için kendi öz kurtuluş aleti olarak yarattı, ama en sonunda sermayenin emeği köleleştirme aracına dönüştürdü. Bonapartizm (emperyalizm) bu devlet iktidarının en son biçimidir. L. Bonapart iktidarı sınıflar mücadelesini sömürerek ele geçirdi. Engels’e göre, L. Bonapart’ın 2 Aralık 1851 Darbesi Avrupa’da “yukardan aşağıya devrimler dönemi”ni başlattı. Çünkü Bonapart’ı taklit ederek Bismark da Prusya’da “yukarıdan inme 1866 Devrimi’ni yaptı”. Böylece Prusya’da 1808-13’te başlamış olan ve 1848’le sürdürülen burjuva devrimi 1866’da Bonapartçılık biçimi altında tamamladı. “Aşağıdan yukarıya devrimler dönemi” şimdilik son bulmuştu.

 

Paris Komünü (18 Mart 1871 Paris İşçi Devrimi)

1852-1870 dönemi Fransız tarihinde İkinci İmparatorluk olarak adlandırılır. 1848-52 arasındaki İkinci Cumhuriyet döneminde seçimle işbaşına gelerek devlet başkanlığı yapan Louis Bonapart, 1852-70 arasında da imparator sıfatıyla yönetti.

İkinci Bonapart, amcasının dönemi olan Birinci İmparatorluğun (1804-14) tüm topraklarını (1814’te yitirilen) geri almak, eski sınırları yeniden kurmak için ilhakçı ve yayılmacı bir dış politika izledi. En başta Ren’in sol Alman kıyısına gözdikmişti. 1866 Prusya-Avusturya savaşını Prusya kazanınca ve 1815’te 30’dan çok Alman devletinin birleştirimesiyle kurulmuş olan Alman Konfederasyonu’nun yerini 1866 zaferinden sonra Avusturya haricindeki Alman devletlerini Prusya egemenliği altında birleştiren Kuzey Alman Konfederasyonu alınca, Bismark’tan istediği toprak ödününü koparamayan Bonapart, 19 Temmuz 1870’te Almanya’ya savaş açtı.

6 Ağustos’ta başlayan bu savaş 2 Eylül’de Sedan’da Fransa’nın yenilgisiyle sonuçlandı.

Bu yenilgi İkinci İmparatorluğun çöküşüne ve “4 Eylül 1870 Paris Devrimi”ne götürdü. Bu devrim yeniden Cumhuriyet ilan etti (Üçüncü Cumhuriyet, 1871-1940). Bu cumhuriyeti Prusya dahil tüm devletler tanıdı. Thiers’in alelacele oluşturduğu hükümet sözde bu devrimin adına davranıyordu. Alman ordusu Fransa’da ortaya çıkan değişikliğe ve cumhuriyet ilanına aldırmadan Paris kapılarına dayanınca Thiers’in öncülüğündeki bir grup avukat salt burjuvalardan bileşen “ulusal savunma hükümeti” oluşturdular. Paris halkı sadece “ulusal savunma” amacıyla varolması koşuluyla bu hükümet gaspına gözyumdu ve oldu bittiyle oluşturulan bu hükümeti tanımak zorunda kaldı. Eli silah tutan tüm Parisliler “ulusal muhafız”a katıldılar. İşçi sınıfı silahlandırılmadan Paris savunulamazdı. Böylece işçiler silahlanmış oldu.

Ama Fransa’da İç Savaş’ta Marks’ın dediği gibi “Silahlandırılmış Paris demek silahlı devrim demekti”. Bu nedenle çok geçmeden burjuvalardan bileşen “ulusal savunma hükümeti” ile “silahlı proletarya” arasında çatışmalar patlak verdi. 31 Ekim 1870’de işçi taburları hükümet merkezi olan Belediye Sarayı’na saldırıp bazı hükümet üyelerini tutukladılar. Ama yabancı bir ordu tarafından kuşatma altında tutulan bir kentte iç-savaşa yol açmamak için bunları tekrar serbest bıraktılar ve aynı hükümetin iş başında kalmasına katlandılar.

Blanki’nin girişimiyle 22 Ocak 1871’de ulusal muhafız ve Paris işçi sınıfı “ulusal savunma hükümetinin” çekilmesini ve Komün kurulmasını isteyen bir gösteri yaptılar. Burjuva hükümet gösteriyi terörle bastırdı. Bu sırada Prusya ordusu Paris’in bir bölümünü işgal etmişti, ama Paris’e “zafer girişi” yapmaya ulusal muhafızın ateş kesse de silah bırakmamış olması nedeniyle cesaret edemedi (bütün imparatorluk birlikleri çoktan esir edilmişlerdi veya silahlarını Almanlar’a teslim etmişlerdi).

Prusya ordusu Paris’i tam 131 gündür kuşatma altında ve göz hapsinde tutuyordu. Hükümet başkanı Thiers işçiler silahlı kaldıkça burjuvazinin ve hükümetinin egemenliğinin güvencede olmayacağını bildiğinden işçileri silahsızlandırmaya girişti. Aslında bu hükümet daha cumhuriyet ilan ettiği günün (4 Eylül 1870) akşamı Paris’i Prusya ordusuna teslim etmeyi kararlaştırmıştı ve şimdi de “ulusal görev ile sınıf çıkarı” arasındaki bu çatışmada bir “ulusal ihanet hükümeti”ne dönüşüyordu. Çünkü 28 Ocak 1871 günü bu hükümetin Dışişleri Bakanı Jules Favre hükümet adına Paris’i ve tüm Fransa’yı Almanlar’a (Bismark’a) teslim anlaşması anlamına gelen bir ateşkes yapmıştı ve Prusya’nın yardımıyla Paris’e ve cumhuriyete karşı bir iç-savaş başlatıyordu. Bismark’la yapılan anlaşmaya göre sekiz gün içinde bir Ulusal Meclis seçilip hükümetin yaptığı barış anlaşması onaylanacaktı. Öyle oldu. Toprak sahipleri ile doldurulan bir meclis oluşturulup hükümetin yaptığı anlaşma onaylandı.

Ama “Ulusal Savunma Hükümeti”nin Paris’i silahsızlandırma girişimleri boşa çıkarıldı. 18 Mart 1871 günü Paris, “kendini savunmak için tek bir adam gibi ayaklandı”. 18 Mart sabahı “Yaşasın Komün!” gürültüsüyle uyandı Paris. Ulusal Savunma Hükümeti Versailles’e kaçtı (Bk. Marx, Fransa’da İç Savaş).

Engels, Marks’ın Fransa’da İç Savaş kitabına yazdığı 1891 tarihli Giriş’te 4 Eylül 1870 Devrimi’nden 18 Mart 1871 (Komün)’e kadar Paris devriminin önde gelen niteliği “ulusal” olması, yani yabancı işgale karşı direniş olmasıydı demektedir. Bu dönemde mücadelenin “sınıf niteliği” geri plana itilmişti. Fakat 18 Mart 1871 Devrimi (Komün)’nden hemen sonra devrimin “sınıf niteliği” keskin ve açık bir biçimde öne çıktı.

Marks’ın deyişiyle “İşçi devrimi” Paris’te egemenlik kurdu. Ulusal Muhafız’ın Blankiciler’in etkinliğindeki Merkez Komitesi Geçici Hükümet görevini üstlendi. Bu hükümette çoğunluk Blankiciler’di. Komün (18 Mart 1871 Devrimi)’ün önderleri bizzat Blanki ve izleyicileri idiler.

Geçerken kısa bir not düşmek istiyorum: Paris Komünü’ne Blankistler, 1917 Rus Ekim Devrimi’ne de Leninistler önderlik ettiler. Bugüne kadar tarihin tanık olduğu iki başarılı işçi devrimine önderlik edenler Blankisler’le Leninistler oldular. Blanki, görüşleri ne olursa olsun iyi çalışılması gereken yaman bir devrimciydi. Örgüt ve ayaklanma konusundaki görüşleri nedeniyle Lenin’in kendisinin de sık sık Blankicilikle suçlandığına tanık olmaktayız.

Şimdi Fransa’da biri Versailles’te, diğeri Paris’te iki hükümet oluşmuştu. İki başkent, iki iktidar vardı. Fransa’da biri burjuva, diğeri işçi olan ikili bir iktidar doğmuştu. İkisi arasında savaş başladı. Thiers, Paris İşçi Devrimi (Komün)’nin önderi Blanki ve diğer işçi önderleri hakkında ölüm kararı aldırdı. 22 Mart 1871’de barışçıl bir gösteri görünümü altında Versailles hükümeti yandaşları Ulusal Muhafız’ın merkezini baskınla ele geçirmeye çalıştılar, ama başaramadılar.

26 Mart günü Paris’te genel oyla Komün seçildi ve 28 Mart 1871’de de ilan edildi.

Bu tarihe kadar Geçici Hükümet işlevi üstlenmiş olan Ulusal Muhafız Merkez Komitesi yönetimi Komün’e bıraktı. İki kez Komün’e seçilen Blanki bu tarihte Versay Hükümeti’nin elinde tutsaktı. Komün üyeleri arasında çoğunlıkta olanlar Blankiciler’di. Komün’de Birinci Enternasyonal üyelerinden bileşen bir azınlık da vardı, ama bunların çoğunluğu Prodoncu sosyalistlerdi.

Komün  12 Mayıs 1871’de Paris’e giren Versay birliklerine karşı 8 günlük kahramanca bir direnişin akabinden 28 mayıs 1871’de yenik düştü.

Kronolojik düzende bakacak olursak Komün’ün yaptığı işlerden ve aldığı kararlardan bir bölümü şunlardı: Sürekli (düzenli) orduyu kaldırdı ve memurları sorumlu ve her an görevden geri alınabilir kıldı (30 Mart 1871), tüm sağlam yurttaşların katılacağı ulusal muhafızı (çoğunluğu işçilerden bileşen “silahlı halktı” bu) tek silahlı güç ilan etti. Komün üye ve görevlilerinin en yüksek maaşının yılda altıbin Frank’ı geçmemesini kararlaştırdı (1 Nisan). Kilise ile devletin ayrılmasını, din işleri bütçesinin kaldırılmasını, kilisenin tüm mülklerine elkonulmasını kararlaştırdı (2 Nisan). Ulusal Muhafız’ın 137. Taburu halkın sevinç gösterileri arasında giyotini yaktı (6 Nisan). Tüm dinsel imge, simge, dua ve dogmaların okullardan uzaklaştırılmasını kararlaştırdı (8 Nisan). Sahipleri tarafından işletilmesi durdurulan fabrikaların yönetiminin o işletmelerde çalışan işçilere verilmesini emretti (16 Nisan).

Yaklaşık 70 günlük iktidarı süresinde (18 Mart 1871’den 28 Mayıs 1871’e kadar yaşadı sadece) Komün’ün yaptıklarından bazıları bunlardı.

Komün “yeni bir tarih çağını açtı” diyen Marks’a göre Komün parlamenter değil, hem yürütme hem yasama işlevi gören hareketli bir gövdeydi. Sürekli ordu ve devlet memurluğu gibi iki büyük gider kaynağını kaldırarak ucuz hükümeti olanaklı kıldı. Komün’ün geliştirmeye fırsat bulamadığı bir örgütlenme taslağına göre en küçük kırsal yerleşme merkezlerinde/birimlerine varana kadar “siyasal biçim” Komün olacaktı.

Marx, 1850’de yazdığı FSS adı verilen yazılarında özetle şöyle demektedir:

Proletarya devrimi korkusu yüzünden Fransa’da normalde sanayi burjuvazisinin oynaması gereken rolü (devrimin başına geçme) küçük-burjuvazi, normalde küçük-burjuvazinin oynaması gereken rolü (küçük-burjuvazinin görevini) işçi sınıfı  üstlenmişti. İşçi sınıfının oynaması gereken rolü ise Fransa’da üstlenen yoktur, bunun sadece sözü edilir, ama yapanı yoktur. Kaldıki bu görev (proleter devrim) hiç bir yerde ulusal sınırlar içerisinde başarılamaz. Fransız toplumunun bağrında sınıf savaşı ulusları karşı karşıya getiren bir dünya savaşına dönüşmektedir. Çözüm ancak dünya savaşı yoluyla, proletaryanın dünya pazarına egemen bulunan ulusun (yani İngiltere’nin) başına geçtiği anda başlar. Burada örgütlenmesinin sonunda değil henüz başında bulunan devrim kısa soluklu bir devrim değildir. Bugünün kuşağı Musa’nın çölden geçirdiği Yahudilere benzer. Yani bu kuşak hem yeni bir dünyayı ele geçirmek, hem de o yeni dünyanın düzeyinde olacak insanlara yer açmak için yok olmak zorundadır.

 

 

1905 Rus Devrimi

Bu devrim Ocak-1904’te başlayan Rus-Japon savaşı hala sürerken patlak verdi. Bolşevik Partisi Tarihi’ne göre bu savaş sırasında Troçki ve Menşevikler “yurt savunması”ndan sözederken Lenin ve Bolşevikler devrimi güçlendireceği için Çarlığın yenilgisini istediler.

Devrim 1905 yılının başında (Putilov Fabrikası’nda işçilerin atılmasını protesto eden ve hızla bir genel greve dönüşen bir grevle) başladı ve sonuna dek sürdü (Ocak’tan Aralık’a).

1904’te sahte bir işçi örgütü kurmuş olan Papaz Gapon adında bir provakatör, Rusya’nın en büyük sanayi kenti Petersburg’un en büyük fabrikası olan Putilov’da grevin başladığı 9 Ocak 1905 günü kendi örgütü aracılığıyla taleplerini Çar’a duyurmak üzere ellerinde Çar’ın resimleri ve Kilise’nin bayrakları ile 140 bin kadar işçiyi Kışlık Saray’a sessiz bir yürüyüş yapmaya ikna etti. Provakasyonu farkeden Bolşeviklerin uyarısı para etmeyince onlar da işçilerle birlikte yürümek zorunda kaldılar. Üzerlerine ateş açıldı ve binden çok işçi öldü. 9 Ocak 1905’teki bu işçi katliamı “Kanlı Pazar” diye bilindi ve her yıl anıldı.

1905 Devrimini başlatan işte bu katliam oldu.

Olay duyulunca Rusya’nın İstanbul’u Petersburg’un her yanında poltik grev ve gösteriler başladı. İşçi semtlerinde barikatlar kuruldu ve Ocak ayı boyunca 440 bin işçi katıldı bu gösterilere. İşçi mücadelesi politik bir nitelik almıştı. Moskova, Varşova, Riga ve Bakü gibi merkezlerde de işçilerin askerlere karşı zaman zaman silahlı direnişe geçtikleri görüldü.

Bolşeviklerin Nisan 1905 Londra Kongresi (III. Kongre) ile Menşeviklerin 1 Mayıs 1905 Cenevre (İsviçre) Konferansı Rusya’da 1905 Devriminin devam ettiği bu koşullar altında toplanmış ve kendi stratejilerini, bu devrimde poletaryanın taktiğinin ne olması gerektiğini tartışıp kendi görüşlerini belirlemişlerdi. Lenin’in 1905’teki bu birinci burjuva devrimi sürerken Haziran-Temmuz 1905’te yazdığı “Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği” kitabında “İki Taktik” dediği “Rus sosyalist hareketinin Jakobenleri” olarak tanımladığı Bolşevik ve “Rus sosyalist hareketinin Jirondenleri” dediği Menşevik kanatların aldığı bu kararlardır.  Anlatılmak istenen 1905 Devrimi başlayınca doğan yeni koşullarda biri Bolşeviklerin diğeri Menşeviklerin (Yeni Iskra Grubu) benimsediği iki farklı tutumudur. Lenin’in İki Taktik adlı kitabının konusu Bolşeviklerin ve Menşeviklerin aldığı kararların karşılaştırılarak tartışılmasıdır.

Lenin, İki Taktik’ten birkaç ay sonra yazdığı “Sosyal-Demokratların Köylü Hareketi Konusundaki Tutumu” (Bk. Social-Democracy’s Attitute Towards The Peasant Movement, Collected Works, vol. 8, s. 230-39, 14 Eylül 1905) başlıklı bir yazısında “Kesintisiz Devrim” kavramını kullandı ve bunun anlamını şöyle açıkladı:

Demokratik devrimden derhal ve kesinlikle gücümüze bağlı olarak, sınıf-bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücüne bağlı olarak sosyalist devrime geçmeye başlayacağız. Biz kesintisiz devrimi savunuyoruz. Yarı-yolda durmayacağız”.

Lenin burjuva devrimde proletayanın rolü ve görevleri konusundaki görüşlerini ikinci burjuva devrimi (Şubat 1917) sürecinde yazdığı “Letters From Afar” (Uzaktan Mektuplar, Mart-Nisan 1917) adıyla bilinen mektuplarında ve Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi (Nisan 1917) adı altında toplanmış bulunan çeşitli makalelerinde daha da geliştirir.

Devrim ilerleyen aylarda sürdü ve Bolşeviklerin ayaklanma ve iktidar organları olarak, devrimci iktidarın bir çekirdeği olarak görecekleri ilk işçi sovyetleri doğdu. Ama Petersburg işçi sovyeti yönetimi Menşeviklerin eline geçmiş ve bu durum 1905 devriminde sovyetlerin belirleyici rol oynamalarını engellemişti. Bolşevik Partisi Tarihi’ne göre Troçki ve Menşevikler Petersburg sovyetine ayaklanma karşıtı bir tutum benimsetmişlerdi. Rusya’nın Ankara’sı olan Moskova’da Moskova işçi sovyeti baştan beri Bolşeviklerin elinde oldu ve devrimci bir tutum izledi, ayaklanma organı rolü oynadı. Bolşeviklerin girişimiyle Moskova’da ayrıca Asker Temsilcileri Sovyeti kuruldu. Ekim-Aralık (1905) ayları arasında Rusya’nın hemen bütün işçi merkezlerinde İşçi Temsilcileri Sovyetleri kuruldu. Haziran’da Odessa’da Karadeniz Filosu’na dahil büyük bir savaş gemisi olan Potemkin Zırhlısı’ndaki denizciler isyan etmiş ve onbir gün devam eden ordu ve donanmadaki bu isyan sonunda bastırılmıştı.

1905 Devrimi’nin sürdüğü bu ortamdadır ki, Çar, devrimi bölmek ve yatıştırmak için Duma adı verilen bir parlamento ve bazı başka reformlar vadetti. Bu sıradaki parlamento Buligin Duması diye bilinir ki, Menşevikler ona katılmayı savunurken, Bolşevikler boykot ettiler.

Ekim’de Moskova’dan başlayıp tüm Rusya’ya yayılarak bir genel greve dönüşen demiryolu işçileri grevine toplam bir milyon kadar işçi katıldı. Çar, bir yandan yeni ödünler sözü verirken öte yandan devrimi bastırmak için polis yönetiminde Kara Yüzler diye bilinen lumpen unsurlardan kurulu sivil çeteleri de kullanarak her türlü zoru kullandı.

Çoğunlukla kendiliğinden oluşturulmuş olan sovyetler bir hükümet gibi davranıyorlardı. 1905 Devriminin daha devam ettiği Kasım ayında Lenin Rusya’ya döndü. Aralık’ta Moskova’da silahlı ayaklanma başladı ve Bolşevikler bu ayaklanmayı yönetmeye çalıştılar. İçerde ayaklanmayı ezmek için Çar 1905 Devrimi boyunca süren dış savaşı durdurmak isteyerek Japonya ile barış imzaladı. Bolşevikler Moskova’da silahlı ayaklanma örgütlemeye çalışıyordu. Ama Petersburg sovyetinden yeterli destek gelmedi, ayaklanma tüm ülkeye yayılamadı, Moskova’da Aralıkta yapılan ayaklanma bastırıldı ve bu yenilgiyi takiben devrimci kabarış durdu, dalga giderek geri çekilmeye başladı. Menşevikler silahlı ayaklanmaya taraf olmamışlardı. 1905 devrimi böylece yenilgiye uğradı.

1906’da Çar yeni bir parlamento topladı (Birinci Duma). Bolşevikler bunu da boykot ettiler, ama sonraları gerileme dönemine denk düşen bu 1906 boykotunu hatalı gördüler.

Nisan 1906’da Stockholm’de iki kanadın da katıldığı Birlik Kongresi yapıldı, ortak bir MK seçildi. Ama birlik fiilen kurulamadı, dahası az sonra iç-mücadele daha da alevlendi ve her iki kanat kendi bağımsız örgütlenmelerini sürdürdü.

1907 Mayısı’nda iki kanadın da katıldığı 5. Kongre yapıldı ve en önemli gündem maddesi olarak “burjuva ve küçükburjuva partilerine karşı tavır” konusu tartışıldı. 1905-07 arasındaki pratiğiyle Rus liberal burjuvazisi Çarlıkla ittifak ve uzlaşma (Bir Demokratik Cumhuriyet değil, tersine bir Anayasal Monarşi üzerinde anlaşma arıyordu) arayan karşı-devrimci bir güç olduğunu kanıtladı. 3 Haziran 1907’de Çar İkinci Duma’yı dağıttı ve bu hükümet darbesi ile birlikte Stolipin Gericiliği adı verilen sosyalistlere saldırı kampanyası dönemi başladı. Bu dönem 1912’ye kadar devam etti (1907/8-1912).

Böylece 1905 yılı başında başlayan devrim (devrimci kabarış) giderek alçalarak ancak 3 Haziran 1907 tarihinde kesin bir yenilgiyle noktalandı. 1907 Aralığında Lenin geri yurtdışına çıktı.

1907-12 arası dönem boyunca Marksizme inançsızlık gelişti.  Marksistler arasından dönekler çıktı. Bu nedenle Marksizmi savunmak bir görevdi. Lenin 1909’da bu amaçla Materyalizm ve Ampirokritisizm’i yazdı.

Bu dönemde her iki kanat içinde de daha çok Tasfiyeciler ve Likidatörler diye tanımlanan legalizm akımı gelişti ve devrimin yeniden yükseleceğine inanmayan bu unsurlar partiyi legal ve reformcu bir işçi partisine dönüştürmek için çabaladılar, gizli partinin dağıtılmasını istediler. Çok sayıda aydın partiyi terketti, parti küçüldü. Bu aynı dönemde Bolşevikler arasında başını eski Bolşevikler’den Bogdanov ve Lunaçarski gibilerin çektiği sadece illegaliteyi savunan, legal ve yarı-legal faaliyete son verilmesini ve Bolşevik milletvekillerinin parlamentodan çekilmesini istedikleri için Otzovizm (Rusça’da geri çekme) diye tanımlanan bir eğilim çıktı ve bunlar 1909’da partiden ihraç edildiler.

Sonra 1912 Ocağı’nda kongre önemi taşıyan Prag Konferansı yapıldı ve burada Bolşevik kanat kendisini RSDİP adı altında ayrı ve II. Enternasyonal partilerinden temelde farklı  “yeni tipte bir parti” (“Leninist Parti”) olarak yeniden örgütledi.

RSDİP (Bolşevikler) adı 1918’e dek korundu.

1912’den itibaren grev hareketi yeniden canlandı. 1914’e dek yükselerek devam eden bu politik grevlerde ana talepler demokratik cumhuriyet8 saatlik işgünü ve topraklara elkonulması idiler. 1912’den itibaren gelişen durum 1905 devriminin başlangıcını andırıyordu. Köylülerin (ağalara karşı) ve askerlerin (orduda) de isyanları yeralıyordu. Rusya’da bir ikinci devrim yaklaşıyordu. Bolşevikler bu canlanma döneminde (1912-14) Petersburg’da Pravda (Gerçek) adında legal bir günlük gazete çıkardılar ve Pravdacılar diye de bilindikleri bu dönemde bir işçi kitle partisi olmaya doğru yöneldiler.

1917 Ekim Devrimi sırasında Bolşevik Partisi’nin çekirdeğini 1912-14 arasında kazanılmış olan Pravdacı işçi kuşağı oluşturdu. Bu dönemde Bolşevikler parlamentoda kendi parlamento grubunu da oluşturdular. Ayrıca sendikalarda ve işçi derneklerde vs legal faaliyet yürüttüler.

Temmuz-Ağustos 1914’te Birinci Savaş patlak verdi ve Çar hükümeti içerde iç-savaştan (devrimden) kurtulmak için Rusya’yı savaşa soktu, İngiltere ve Fransa ile ittifak halinde Almanya’ya karşı savaştı (Bk. Bolşevik Partisi Tarihi).

 

 

1917 Rus Şubat Devrimi (İkinci Rus Burjuva Devrimi)

Bu devrım Birinci Savaş’ın orta yerinde kimsenin devrim beklemediği bir anda tıpkı 1905 Devrimi gibi kendiliğinden patlak verdi, kendiliğinden bir devrimdi. Çünkü onu ne bir parti, ne de ayaklanma planı hazırladı. Ayaklanma (devrim)’ya götüren olaylar 1905’teki Kanlı Pazar’ın yıldönümünün anıldığı 9 Ocak 1917 günü nedeniyle Petrograd, Moskova vd gibi kentlerde yapılan gösteriler ve grevlerle başladı ve giderek Kahrolsun Otokrasi ve Kahrolsun Savaş gibi sloganlarla 26 Şubat’ta Çarlığa karşı bir ayaklanmaya dönüştü. Polis ve Ordu ile işçiler arasında silahlı çatışmalar yaşandı. “Çarlığa karşı silahalı mücadeleye devam edin” diyen Bolşevikler, Devrimci Bir Geçici Hükümet kurulması çağrısında bulundular. İsyana onbinlerce asker de katıldı. Yani ordu da bölünmüştü. 27 Şubat 1917’de Ayaklanma (Devrim) ilkin Petrograd’da zafer kazandı. Ardından bu haberin duyulduğu heryerde benzer ayaklanmalar oldu ve sonuç devrimin/ayaklanmanın zafer kazanması oldu.

Devrimi yapan işçilerdi ve ayaklanmanın daha ilk günlerinde 1905’teki gibi sovyetler kurmuşlardı. Ama Petrograd, Moskova ve biçok diğer kentin sovyetlerinde çoğunlukta olan ve onları yöneten Menşevikler ile Sosyalist-Devrimciler (Kerenski bu partidendi) idiler. Bu iki parti Bolşevikleri dışlayarak ortaklaşa bir Geçici Hükümet kurdular. Liberal ve diğer burjuva partilerin de hükümette temsilcileri bulunuyordu.

Lenin bu hükümeti bir “burjuva hükümet” olarak tanımladı.

Ama bu hükümetin yanıbaşında başka bir iktidar daha vardı: İşçi-köylü ittifakını ifade eden ve İşçi-Köylü Diktatörlüğü anlamına gelen İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti.

Hakikatte ortada bir ikili iktidar (iki iktidar) vardı.

Bu geçici bir durum olacaktı açık ki. Sonunda biri diğerine boyun eğecekti. Çünkü iki başlı bir iktidar uzun süre gitmezdi. İkili iktidar durumunu yaratan şey küçük-burjuvaziyi temsil eden Menşevik ve Sosyalist-Devrimci partilerin resmi (gerçek) iktidarı ısrarla burjuvaziye teslim etmeleri olmuştu. Oysa isteselerdi bu iki parti tüm iktidarı alabilirlerdi.

Bu devrim olduğunda Lenin İsviçre’de bulunuyordu ve oradan Bolşevik Partisi’ne yazdığı Uzaktan Mektuplar başlığını taşıyan  (7 Mart-26 Mart 1917 arasında yazılmışlardır) mektuplarında kendi görüşlerini anlattı. 3/16 Nisan’da Rusya (Petrograd’a)’ya döndü. Geldikten bir gün sonra 4 Nisan’daki bir toplantıda Nisan Tezleri diye bilinen görüşlerini, yani bu devrimde proletaryanın görevlerini ve taktiğini anlattı (Nisan’da öne sürüldükleri için Nisan Tezleri deniyor):

Geçici Hükümet (emperyalist savaşı devam ettiriyor)’e destek verilmemeli, devrimci bir hükümetin olanaklı tek biçimi parlamenter bir cumhuriyet değil, İşçi Vekilleri Sovyetleridir. Ama Bolşevikler bu sovyetlerde şu anda azınlıktadır.

Yeni bir Enternasyonal kurulmalıdır.

Devrimin birinci aşamasından (iktidarın burjuvaziye geçmesi ve bu anlamda Rusya’da burjuva devrimin tamamlanmış olması) ikincisine, yani sosyalist devrime geçiş dönemindeyiz. “Sosyalist devrim” için mücadeleye girişmeliyiz. Çünkü burjuva resmi iktidarın alternatifi biz ne düşünürsek düşünelim zaten somut olarak sovyetlerin şahsında oluşmuş olup beklemededir ve bu ikili iktidar durumunun kendisi devrimin gelişmesinde bir geçiş aşamasını temsil ediyor, çünkü bunlar uzun süre yanyana duramazlar.

Kamanev, Stalin ve diğer bazı Eski Bolşevikler burjuva devriminin tamamlandığını söyleyen bu görüşlere karşı çıktılar (savaşa ve Geçici Hükümete karşı tavır konularında Pravda’nın editörleri Stalin  ve Kamanev paralel bir tutum izliyorlardı, ama BPT bundan bahsetmez). Ama nisbeten kısa sürede (bir aydan daha kısa sürede) Lenin kendi partisini Nisan Tezleri’ne kazanabildi. Bu tezler arasında Sosyal-Demokrat adının bilimsel olmadığı ve bu adın bırakılıp Komünist adının benimsenmesi, parlamenter cumhuriyetten sovyet cumhuriyetine geçilmesi gibi tezler de vardılar.

 

 

1917 Ekim Devrimi

1905 ve 1917 Şubat devrimleri kendiliğinden devrimler iken Ekim Devrimi bir parti tarafından planlanıp örgütlendi.

Bolşevik Parti Şubat devrimi ile açık/legal bir partiye dönüştü ama bu durum ancak beş ay sürebildi (Şubat’tan Temmuz’a). 7 Temmuz’da tekrar gizliliğe geçti.

1917 Ekiim Devrimi’ne götüren süreç (Nisan’dan Ekim’e) en önemli gelişmeler ekseninde şöyle toparlanabilir:

20-21 Nisan krizi (Geçici Hükümet’in savaşı sürdürme siyasetine karşı iç savaşın başlangıcı olmaya çok yaklaşan bir kendiliğinden patlama),

10/18 Haziran (Bolşeviklerin çağırdığı gösteri yasaklandı ama bunu Bolşevik sloganların egemen olduğu 18 Haziran gösterisi izledi),

3-4 Temmuz krizi (iç savaşın başlangıı olabilecek bir diğer kendiliğinden patlama. Lenin ayaklanmanın zaferi için bu tarihte gerekli nesnel koşulların olmadığını düşünüyor, ayaklanma sorununda Marksizm ile Blankizm’i ayıran noktalara işaret ederek ayaklanmanın zaferi için gerekli koşulları sıralıyordu.  Bu tarihte işçi sınıfı henüz Bolşevikleri izlemiyordu, yani Petrograd ve Moskova sovyetlerinde henüz çoğunluk değillerdi);

3-4 Temmuz’daki bu kendiliğinden patlamanın ardından 5-6 Temmuz karşı-devriminin patlaması, ordunun patlamayı ezmesi ve Geçici Hükümet’in Bolşevik Parti’ye saldırıya geçmesi, 7 Temmuz’da ikili iktidar durumunun son bularak tüm iktidarın tamamen burjuvaziye geçişi, Geçici Hükümet’in karşı-devrimcileşmesi, barışçıl devrim olasılığının kalkması ve aynı gün Lenin’in tutuklanması için emir çıkarılması;

  1. Kongrede (Temmuz Günleri) Troçki ve grubunun Bolşevik Parti’ye katılması(Stalin’e ve BPT’ne göre partiye içten ele geçirmekti amaçları) ve bu kongrede sosyalist devrim için silahlı ayaklanma hazırlığının eksende oluşu;

12-15 Ağustosta Genel Kurmay Başkanı General Kornilov’un komünistlerin ezilmesi ve sovyetlerin dağıtılması direktifi ve Bolşeviklere karşı saldırı, terörün giderek tırmanışı, Kornilov’un bir “askeri diktatörlük” kurmak amacıyla bir darbe girişimi yapma planı, ama Başbakan Krenski’nin (Kerenski Hükümeti/Geçici Hükümet) son anda buna onay vermeyişi, buna rağmen Kornilov’un sovyetleri dağıtmak üzere Petrograd’a asker yollaması (25 Ağustos), Bolşeviklerin sovyetlere Petrograd’ı Kornilov’a karşı savunmak üzere direnme çağrısı yapması ve Kornilov’un isyan ve darbe girişiminin sonunda bastırılışı (31 Ağustos), bu olayla birlikte devrimin yeni bir aşamaya girmesi;

Temmuz’dan sonraki Krenski rejimini Lenin’in bazen “askeri diktatörlük”, bazen “Bonapartizm” olarak tanımlaması, 31 Ağustostan itibaren Bolşeviklerin Petrograd ve Moskova sovyetlerinde çoğunluk haline gelişi (Lenin bu iki kentte iktidarı almak Rusya’da iktidarı almak ve korumak için yeterlidir der) ve her ikisinin de yönetimini almaları, böylece ayaklanmanın zaferi için esaslı koşulun hazır hale gelişi;

7 Ekim’de Lenin’in gizlice Finlandiya’dan Petrograd’a gelişi ve 10 Ekim Bolşevik MK toplantısında yakın bir tarihte silahlı ayaklanma önermesi (Kamanev ve Zinovyev bu karara katılmayışları ve bunu 18 Ekim’de ülkeye ifşa etmeleri);

24 Ekim sabahı (6 Kasım) bizzat Lenin’in yönetiminde ayaklanmanın başlaması ve zafer kazanması, 25/26 Ekim’de Lenin’in başkanlığında sovyet hükümetinin kurulması ve bu tarihten Şubat-Mart 1918’e kadarki süre içinde  (4-5 ayda) sovyet iktidarının hızla tüm Rusya’ya yayılması.

 

 

Alman Devrimi

Birinci Savaştan itibaren Alman Solu Bolşeviklerin büyük etkisi altına girdi. Bu durum Nettle’a göre bir Lenin-Lxemburg kutuplaşmasını gündeme getirebilirdi, ama olmadı. Birinci Savaş içinde Rosa Lüxemburg, tek sayı çıkan bir derginin adıyla Enternasyonal diye bilinen gruba dahildi. Bu grup Nisan 1915’te kurulmuştu. Ama savaş içinde veya sonunda etkili bir örgüt kurmayı beceremediler. Bu grup aynı zamanda Spartakistler adıyla biliniyordu. Adı Enternasyonal olan bu grup Zimmerwald Konferansı (Eylül 1915)’nda Lenin’in İkinci Enternasyonal’in bölünmesi (ondan kopuş) ve onun yerine bir Üçüncü Enternasyonal kurulması, emperyalist savaşın iç savaşa çevrilmesi görüşüne destek vermedi. R. Lüxemburg’un Enternasyonal grubu tüm olup bitene rağmen Alman SPD’den örgütsel kopuşu hala redediyordu. Spartakistler (Spartkusbund) de denen bu grup İkinci Enternasyonal’den (merkezcilerden) ve SPD’den kopuşa yanaşmadı. 1917’de kopuşa niyeti olmayan ama SPD’den ihraç edilen muhalif bir grup Bağımsız Alman S-D Partisi (USPD) adında yeni bir parti kurmak zorunda kaldı. Spartakistler (Rosa Lüxemburg-Karl Liebknecht grubu) bu tarihte hala SPD içinde muhalif bir gruptu ve Lenin’in onlara yaptığı SPD’den kopuş önerisini dinlemiyorlardı. Onların örgütlenme anlayışı gevşek bir örgütlenme, parti-içi demokrasi ve SPD liderliğinin üye kitlesine dayanarak “aşağıdan yukarıya” ele geçirilmesi idi. Bunlar 1918 sonuna kadar hala küçük ve etkisiz bir gruptu ve örgütlenmeye önem vermiyorlardı. Almanların çoğu böyle bir grubun varlığından dahi habersizdi. SPD’den ayrılıp ayrı örgüt olmak istemediler ve bunun faturasını pahalı ödediler. Daha sonra bu grup USPD’ye katıldı. Aslında bu grubun sembolü Rosa Lüxemburg değil, Karl liebknecht idi. Lenin, Almanya’da ad vererek onu ve onun grubu dediği Spartakus grubunu destekledi.

Nisan 1917’de Berlin’de politik grev dalgası yükseldi.

Alman Devrimi 1918’de başladı.

Ocak 1918’de bir diğer grev dalgası koptu ve bu ikinci dalgada Berlin’in büyük fabrikalarında devrimci fabrika grupları diye bilinen işçi sovyetleri doğdu. Bu sovyetler savaş dönemi boyunca yaşadılar, Kasım 1918-Mart 1919 arasında önemli bir rol oynadılar.

Bu grevleri ve oluşumları desteklese de Spartaküs grubunun bu olaylarda ne payı vardı ne de denetimi. Eylül 1918’de yeni bir grev dalgası koptu.

Cephelerde Alman ordusu yenilmekteydi. USDP ve işçi sovyetleri SPD’ye kıyasla hükümetten daha radikal şeyler talep ettiler.

Ekim 1918’de Spartaküs Grubu ayaklanma çağrısı yaptı.

Kasım 1918’de cephelerde asker sovyetleri, Almanya’nın en önemli kentlerinde ise işçi sovyetleri oluştu. USPD, İşçi Sovyetleri ve Spartakus Grubu ittifak halinde 11 kasım 1918 tarihinde bir ayaklanma planladılar. Plandan haberdar olan kral 9 Kasım’da görevini SPD liderine bıraktı ve kral ile ayaklanma planlayanlar arasında arabuluculuk işlevi gören SPD Almanya’da iktidara geldi. Aynı gün Karl Liebknecht sosyalist cumhuriyet (işçi sovyetleri iktidarı) ilan etti.

Ama bu grubun örgütsel gücü ile sloganları/talepleri arasında bir uyumsuzluk vardı.

SPD ise hemen sonra Demokratik Cumhuriyet ilan etti. SPD ve USPD ortak bir hükümet kurdular. Spartakus Grubu bu tarihte USPD içinde bir baskı grubuydu. 9 Kasım 1918’de Rosa Lüxemburg cezaevinden serbest bırakıldı. Çok yaşlanmış ve hastaydı. Aynı gün Jogiches’in önerisiyle başlarında K. liebknecht’in bulunduğu bir grup Berlin’de bir matbayı basarak Die Rote Fahne (Kızıl Bayrak) adlı bir gazete bastırılmasını sağladılar. 11 Kasım 1918’de Enternasyonal Grubu Spartaküs resmi adını benimsedi ve iktidarı SPD-USPD ittifakından alma hazırlıkları yaptı. 10 Kasım’da iktidarın işçi ve asker sovyetlerine verilmesini talep etti. Ama sovyetlerde etkisi olmadığı için bu slogan iktidarın bu gruba verilmesi anlamına gelmiyordu. SPD ise Kurucu Meclis sloganını benimsedi. İki ayrı taktikti bunlar. USPD ikisi arasında gidip geldi. Sovyetlerde SPD ve USPD etkindiler. USPD’nin içinde ve onun sol kanadı olarak varlığını sürdüren Spartaküs grubunun programı Bolşeviklerin (Rus tecrübesinin) kopyasıydı. 21 Aralık  1918’de ordu sovyet yürütmesini tutuklama girişiminde bulununca, Ocak 1919 ayaklanması patlak verdi.

Karl Liebknecht ve R. Lüxemburg işte bu ayaklanma sırasında öldürüldüler.

Nettle’ye göre R. Lüxemburg, bir Üçüncü Alternatif olabilirdi, ama olamadı. O tarihlerde Ya Bolşevizm(Leninizm, sc) Ya Sosyal-Demokrasi dayatılmıştı.

Rosa Lüx.emburg’un da katıldığı Berlin’deki kongrede 1 Ocak 1919’da Alman Komünist Partisi kurulmuş, böylece Spartaküs Grubu kendini AKP’ye ve ilk kez bağımsız bir partiye dönüştürmüştü. Ama 10-13 Ocak 1919’da ordu ayaklanma yandaşlarını ezdi. 15 Ocak akşamı K. Liebknecht ile R. Lüxemburg öldürüldüler. AKP adıyla ayrı bir parti kurduktan iki hafta sonraydı bu. R. Lüxemburg’un cesedi bir köprüden kanala atıldı. Ceset 31 Mayıs 1919’da bulundu ve 13 Haziran’da toprağa verildi. 29 Ocak’ta Franz Mehring öldü. R. Lüxemburg ve Jogiches’in ölümlerinden sonra KPD (AKP) Bolşevizmin etkisine girdi. 1921 ve 1923’te iktidarı alma girişiminde bulunan KPD her ikisinde de başarısız kaldı.

 

1929 Krizi ve Krize Farklı Yanıtlar

Bu bir dünya ekonomik kriziydi. Faşizmlerin 1930’lardaki yükselişi kapitalizmin 1929 kriziyle ilişkili görünüyor. Hayli sarsıcı olan bu kriz ABD de dahil tüm dünyada etkili oldu. Kriz boyunda sağ da, sol da militanlaştı. Genelde komünist ve faşist uçlar alternatif gibi göründü ve güçlendiler. Bunun istisnası İsveç’te iki ucun değil Sosyal-Demokrasinin (merkezin) alternatif haline gelip iktidar olması ve krize karşı zamanla yeni bir model olarak görülmesi oldu. Almanya’da ise 1933’te Alman ırkının üstünlüğünü, seçkin ırk olduğunu savunan Naziler iktidar oldular ve 1945’e kadar iktidarda kaldılar. Yani Almanya’da 1929 krizi faşizmle çözüldü. Hitler, otobanlar inşaasında çalıştırıp işsizliği çözdü. Siyahlar ve Çingeneler ile birlikte aşağı ırk ilan edilen ve kendilerine tıpkı Amerika’daki zenciler gibi davranılan (pekçok meslek onlara yasaklandı, Almanlar’la arkadaş olmaları yasaklandı, işyerleri boykot edildi vs), iğneyle, gazla yokedilen, yerlerinden sürülen ve ülke ülke kovalanan Yahudiler katledildi. “Kırık camlar gecesi” (The Night Of Broken Glasses)’nde Sinagoglar ateşe verildi. 1929 krizine bir diğer yanıt SSCB’de Stalinizm oldu. Nazizm ve Stalinizm altında Almanya ve Rusya’da savaş ekonomileri güçlendi.

İspanya İç Savaşı (1936-38/39 arası yıllar): 1931’de seçimleri cumhuriyetçiler kazandı. Monarşi yıkılıp ikinci cumhuriyet kuruldu. 1936’da Halk Cephesi (Komünist, Cumhuriyetçi, Sosyalist ve Sendikalistler koalisyonu) iktidar oldu. Temmuz 1936’da Franko ve ordu ayaklanması oldu (monarşi yanlısı gerici güçler) ve iç-savaş başladı. İspanya’da İç-Savaş üç yıl sürdü ve bu savaşta yarım milyon insan öldü. Hitler ve Mussolini tarafından desteklenen Franko faşizmine karşı bir direniş yükseldi ve bu direnişe hemen her ülkeden gönüller (uluslararası tugaylar) da katıldılar.

Fransa’da Anti-Faşist Halk Cephesi: Faşizm tehlikesine karşı 1936’da anti-Faşist bir Halk Cephesi kuruldu (Sosyalist, Komünist, Cumhriyetçi vs koalisyonu) ve seçimlerde zafer kazanıp hükümet kurdu. 1936-38 arasında Fransa’yı Halk cephesi hükümetleri yönetti. 1939’da Fransa Almanlarca işgal edildi ve bu işgal 1945’e kadar sürdü.

 

Meksika Devrimi (1910-17)

  1. yüzyılın büyük devrimlerinden biri. Bu devrim 1876-1910 arasında yöneten Porfirio Diaz’ın diktatörlüğünü devirmek amacıyla başladı. O tarihte Meksikalılar’ın % 80’i köylüydü. Emiliano Zapata’nın liderliğindeki köylü ordusu Diaz’ın yerine geçen yeni Madero hükümetine karşı 1910-11’de toprak reformu için bir mücadele açtı. 1913’de Madero bir ordu darbesiyle (karşı-devrim) devrildi. Devrilen Anayasacı Madero’nun güçleri ile Zapata ve Villa’nın köylü orduları 1914’te yeni rejime karşı ittifak kurdular ve aynı yıl Zapata ve Villa’nın köylü orduları federal başkenti işgal ettiler. Ama Villa ve Zapata bir toprak programından öte ülkeyi yönetmek için bir programa sahip değillerdi.  Bu nedenle ulusal hükümet üzerinde rekabetten çekildiler ve bir boşluk doğdu. Bu boşluğu burjuva generaller doldurdu. Madero’nun generallerinden Carranza devlet başkanı oldu ve 1917’de yeni bir burjuva anayasa ilan etti. Zapata, iki yıl daha savaşını devam ettirdikten sonra 1919’da bir suikastle öldürüldü. İşçiler bu devrime bağımsız bir güç olarak katılmadıkları gibi, 1915-16’da Zapata ve Villa’nın güçlerine karşı burjuva generallerle ittifak yapmışlardı.

 

Çin Devrimi 

  1. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Çin pazarı üzerindeki rekabet şiddetlendi ve Çin’de kapitalizm de bu dönemde gelişmeye başladı, I. Savaş yıllarında ise hızlandı. Çin’de kapitalizmin gelişmeye başladığı 19. Yüzyılın ikinci yarısı aynı zamanda bu ülkede uluslaşma sürecinin de başlangıcı sayılıyor. Çin üzerinde Japonya, İngiltere ve Fransa gerilerden beri rekabet ettiler. Çin’in bir anlamda bu ülkelerin “ortak sömürgesi”ne dönüştüğü söylenir.

 

Çin Burjuva Devrimi

Bu devrimi esas olarak Mao’nun yazdıklarına (Bk. Seçme Eserler) dayanarak özetliyorum.

1912’ye kadar Mançuryalılar’ın egemenliği (bir yabancı egemenlik) altında olan Çin, ulusal mücadelelere girişir. Bu mücadelenin başını Sun Yat Sen’in liderliğindeki Çin milli/ulusal burjuvazisi çeker. 1911 ayaklanması ile Mançurya hakimiyeti ve onların işbirlikçisi kral devrilip Çin’de “Cumhuriyet” kurulur ve Sun Yat Sen başkan seçilir.

Sun Yat Sen’in daha 1894’te kurmuş olduğu burjuva ulusal parti, iktidara geldikten hemen sonra 1912’de “Kuomintang (Ulusal Parti)” adını alır.

Böylece Çin’de burjuvaziyi iktidara taşıyan ilk devrime (1911 Devrimi) tanık oluyoruz. Bir burjuva devrimdir bu. Ama bu devrim feodalizm ve emperyalizmin hakimiyetini kıramaz. Bu nedenle de bu tarihte başlayan burjuva-demokratik devrim sürecinin tamamlanması çeşitli aşamalardan geçerek emperyalizm ve feodalizmin hakimiyetinin kırıldığı 1949 devrimine kadar sürecektir.

Çin burjuvazisini iktidara getiren 1911 devriminden sonradır ki proletarya da siyaset sahnesinde görünmeye başlar. İlk kez 4 Mayıs 1919 hareketinde hissedilir varlığı. Daha belirgin işareti olarak da 1921’de Çin Komünist Partisi’nin kuruluşu kanıt gösterilir ve resmi tarih yazımına göre Çin’de 1921’den sonraki devrimlere ÇKP’nin temsil ettiği Çin proletaryası önderlik etmiştir.

ÇKP, hemen tümü aydın olan devrimciler tarafından kurulur.

Ross Dowson’un yazdığı Chinese Revolutionist İn Exile adlı kitaba göre ÇKP, III. Enternasyonal’in girişimi ve yardımıyla Li Ta Chao ve Chen Tu-Hsiu tarafından örgütlenmiştir. O sırada henüz kadro yoktur. Sonraları ÇKP’nin çekirdek kadrosunu oluşturanlar ise Marksizmi öğretmek amacıyla Moskova’ya gönderilen ilk yirmi kişilik Çinli genç devrimciler arasından çıkmıştır. Aynı kaynağa göre 1925-27 döneminde ÇKP MK’sı Chen Tu-Hsiu’nun liderliği altındaydı. Komüntern ve Moskova’nın karşı çıkmasına ve veto etmesine rağmen ÇKP MK’sının anti-Kuomintang olduğu ve cepheden çekilme taraftarı olduğu Mart 1926’da, Çan Kay-Şek’in anti-komünist darbesi sahnelenir. 1925-27 Devriminin yenilgisinin nedeni adı geçen kaynağa göre Moskova ve Komüntern politikasıydı. 1927 yenilgisinden sonra KE kendi Çin politikasını değiştirdi, ama bu defa da eski aşırı sağ oportünizmin yerine ayaklanma önerisi yaparak aşırı sol bir politika koydu. Buna karşı çıkan ÇKP önderleri kovuldular. KE’in önerisiyle örgütlenen Pekin’deki ayaklanma yenildi ve bu olayda altmış komünist önder yitirildi. Chen Tu-Hsiu ve Peng yenilginin sorumluluğunu Stalin ve Buharin’in yönettikleri Komüntern’e yüklediler. Onlar KE’in Çin politikasına muhalefet ettiler, ama kendileri de alternatif bir politika formüle edemediler. Bu kitabın yazarı Trotsky’nin görüşlerini sonraları öğrendiklerini, onun görüşlerinin Chen ve Peng’inkine paralel düştüğünü yazmaktadırlar. Chen ve Peng, ÇKP içinde Trotsky’nin görüşleri doğrultusunda Troçkist bir Sol Muhalefet örgütleme fikrine ulaştılar (Bk. R. Dowson, a.g.e.).

 

Birinci İç-Savaş Dönemi (1924/25-27)

Bu döneme “Kuzey seferi” de deniyor. Pekin üzerine yapılan bu seferin amacı Çin’in ulusal birliğini kurmaktır. Bu dönem boyunca (1924’ten 27’ye kadar), proletarya partisi olduğunu söyleyen ÇKP, bu sıralarda Çay Kay Şek’in liderliği altında bulunan Kuomintang diye bilinen Çin burjuvazisinin (ulusal) partisi ile “Milli Birleşik Cephe” (emperyalizme karşı) içinde yeraldı. Kuomintag, Çin’de iktidar partisiydi (1911’den beri iktidardı). Fakat 1927’de Çin Devrimi yenilgiye uğradı. Mao, bu yenilginın nedenlerini partisinin burjuvaziyle ittifak (Birleşik Cephe taktiği) siyasetinde değil (buna karşı çıkanları sol sapma ile suçlar), Çan Kay Şek’in önderliğindeki burjuva partinin devrime ihanetinde ve partisi içinde ittifaklar konusunda görülen sağ (köylülerle ittifakı rededip sadece Kuomintag ile ittifakı savunan kesim) ve sol diye tanımladığı iki tür oportünizmde arar. Kuomintag’ın ise 1924-27 arasında Sun Yat Sen’den beri izlenen SSCB ve ÇKP ile ittifakı savunduğu için demokatik devrimden yana “devrimci” bir parti olduğunu öne sürer, yani Milli Birleşik Cephe taktiğinde herhangi bir yanlışlık görmediği gibi o taktiğin 1924-27 arasında doğru olduğunu iddia eder. Ona göre 1927’ye kadar “devrimci” olan Kuomintang, 1927’den itibaren gericileşti, 1927-31 arasında “karşı-devrim” safında yeraldı.

Çin’de “kızıl siyasi iktidarlar” (yani “Çin Sovyet Cumhuriyeti”) diye de anılan ilk kurtarılmış bölgeler 1924-27 iç savaşının sonunda, yani 1926/27 yılı ve 1928 yılı dolayında oluştular ve 1927/28 sonrasında giderek çoğaldılar. Mao’ya göre 1928 yılına kadar dünyada böyle bir deney yaşanmamıştı, yani ona göre ilk kez Çin’de görüldü kurtarılmış bölgeler.

 

İkinci İç-Savaş Dönemi (Toprak Devrimi Dönemi, 1927-37)

Bu dönemin başlarında (1927-31) iç çelişkilerin şiddetlendiği, ÇKP’nin milli burjuvazi ve toprak ağalarının (kısaca “yerli gericilik” diye tanımlanır) ittifakına karşı savaştığı anlatılır.  Mao’ya göre bu dönemde “Baş çelişme” halk ile feodalizm arasındaydı.

1931’den itibaren emperyalist Japonya Çin’in önemlice bir bölümünü işgal ederek sömürgeleştirdi. Bu sırada Kuomintag’ın yönetimi altında bulunan ülkenin işgal edilmemiş geri kalanı ise “yarı-sömürge” diye tanımlanır. Böylece 1911 Devrimi’nden beri bağımsız olan “yarı-feodal” Çin resmi söyleme göre bu tarihte sömürge ve yarı-sömürge haline gelir.

Bu dönemde (1927-37), çok sayıda, hatta neredeyse tüm kurtarılmış bölgeler (bağımsız rejim) yitirilir ve bunun üzerine karşı-devrimci ordunun kuşatmasını yarıp geri çekilmek üzere yapılan 1935 yılındaki ünlü “uzun yürüyüş” gerçekleşir. Bir “geri çekiliş” olan bu yürüyüşün sonunda yapılan toplantıda kurtarılmış bölgelerin kaybına ve geri çekilme zorunluluğuna neden olmakla suçlanan eski parti yönetimi ve onun politikaları değiştirilir ve Mao ÇKP liderliğine getirilir (parti başkanı seçilir). Mao’nun liderliğe yükselişi böyle gerçekleşir. Bu dönem içinde (1931-34 arasında) ÇKP’de uzun süreli savaş stratejisine (iktidarın parça parça zaptı çizgisi) karşı çıkan ve bunun yerine Mao’nun “oportünist” (“sol sapma”, “Li Li San Çizgisi”) diye nitelediği iktidarın ülke çapında silahlı bir ayaklanma yoluyla alınması strtejisini savunan görüşler partiye egemen olmuştur. Öyle analaşılıyor ki, politikaları kurtarılmış bölgelerin kaybına ve geri çekilmeye neden olarak gösterilip suçlanan ve 1935’te değiştirilen parti yönetimi bu stratejiye bağlıydı ve Mao’nun stratejisi 1935 sonrasında egemen kılınmış olmalıdır.

Mao 1893’te Hunan Eyaleti’nin Shao-Shan köyünde doğdu. Bir köylünün oğludur. 1911 isyanına katılmış ve Çin Cumhuriyeti’nin doğuşunu görmüştür. ÇKP’nin iki başlıca önderi Chen Tu-hsiu ve Li To Chaos tarafından etkilenmiş, 1921’de Marksizmi benimsemiş, ÇKP I. kongresine katılmıştır. 1924/25’ten sonra köylülerin devrimci potansiyelini farketmiş, köylü sorunuyla ve hareketiyle ilgilenmiş ve incelemiş, 1927’de kırsal alanda “yeni tipte” br devrimci mücadele başlatmıştır. 1927-49 arasındaki hayatı kırda geçti.

 

Anti-Japon Direniş Savaşı Dönemi (1937-45)

Mao’ya göre Çin’de biri halk ile feodalizm, diğeri de Çin ile emperyalizm arasında olmak üzere iki temel çelişme mevcuttu. “Çelişmeler Üzerine” yazısını Mao bu dönemde yazdı ve bu dönemde “baş çelişme” Çin ile emperyalizm (ama genelde emperyalistlerle değil, özelde Çin ile Japonya) arasındadır diyerek, Japonya dışındaki emperyalist ülkelerle olanlar da dahil diğer çelişmelerin geçici olarak geri (ikinci) plana düştüklerini söyler.

Mao’ya göre “Baş çelişme” siyasi bir kavramdır ve belirli bir aşamada siyasal mücadelenin baş hedefine işaret etmektedir. Baş çelişki, baş görev demektir.

Böylece ÇKP bu dönemde İç-Savaş’ı bırakarak bir kez daha Milli Birleşik Cephe taktiğine (Kuomintang dahil Japon işgaline karşı çıkan tüm sınıf ve partilerle, “anavatan savunmasını kabul eden herkesle” bir anti-Japon cephe) döndü ve dışarda yalnız SSCB ile değil barışı korumak isteyen emperyalist ülkelerle de “ittifak” yapılmalıdır dedi (yani Almanya, İtalya ve Japonya’dan bileşen faşist bloka karşı SSCB, ABD ve diğer Avrupa ülkeleriyle ittifak). Nitekim anti-Japon savaş döneminde ABD, Yenan ve Mançurya’da üslenen ÇKP kuvvetlerine askeri eğitim vermiş, hem ÇKP hem de Çan Kay Şek’le ilişkide olmuş ve ikisi arasında arabuluculuk yapmıştır. Bu dönemde ÇKP ile Çay Kay Şek’in anti-komünist Kuomintang’ı yeniden aynı cephede yeraldılar. Hatta Kuomintang’ı birleşik cephede yeralmaya razı etmek için Kızıl Ordu’nun ve bağımsız rejimlerin (kurtarılmış bölgeler) adını değiştiler ve kurtarılmış bölgelerdeki hükümetlere Kuomintang’ı da dahil ederek ortak milli hükümetlere dönüştürdüler ve Kuomintang’ın silahlı mücadele ile devrilmesi siyasetini geçici olarak bıraktılar. Bazı iddialara göre Çan Kay Şek, Japonya’ya karşı ÇKP ile birleşik cepheye ikna olmadığı için bu dönemin (1937-45) başında kaçırılmış ve ÇKP ile cepheye razı olduktan sonradır ki serbest bırakılmıştır. Buna rağmen bu cephe ancak ÇKP’nin az evvel andığımız tavizleri vermesiyle kurulabilmiştir. Mao’nun bizzat kendisi bu politikasının ÇKP’nin “teslim olması (teslimiyetçilik)” olarak yorumlandığına işaretle bunu teslimiyet olarak tanımlayanlara “Çirkin iftiracılar” (“Ah Kucular”) demektedir. Tony Cliff’in yazdığına göre 1937-45 döneminde ÇKP, Koumintag kontrolündeki bölgelerde hiç bir parti örgütü kurmaya girişmez, işçi desteği aramaz bile.

Sonunda faşist üçlü yenildi. SSCB’nin Japonya’ya savaş ilan etmesi ve ABD’nin Hiroşima’yı bombalaması Çin’deki Japon işgaline son verdiren belirleyici olaylar oldu ve 1945’te Japonya teslim oldu.

 

Üçüncü İç Savaş (1946-49)

Japon işgali son bulunca anti-japon Milli Cephe dağıldı. Mao, bu dönemin baş çelişkisinin Çin halkı ile yerli gericilik (Kuomintang vs) ve onun ardındaki emperyalizm (ABD) arasında olduğunu söyler. Bu dönemde Mao, feodalizm ve emperyalizmin yanısıra “komprador kapitalizm”i de hedef gösterir, ama “genel olarak kapitalizmi (milli kapitalizmi)” değil, sadece “komprador kapitalizm”in kaldırılacağını vurgular.

Bu savaş 1949’da ÇKP’nin zaferiyle sonuçlandı ve Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. Yenlgiye uğratılan Kuomintang lideri Çay Kay Şek Tayvan’a çekilip orada ABD yanlısı bir yönetim kurdu.

1949’da Çin komünistleri iktidara gelince kendileriyle birlikte Maoizm diye tanımlanan ve Marksizm olarak sunulan “yeni tür bir Marksizm” gündeme getirdiler. Aslında bu Stalnizmin bir çeşididir.  Onun ayırt edici yönü “köylü tipi bir Marksizmi” temsil etmesi, kırsal ve askeri bir bakış içermesidir. Çin Devrimi kırlardan kentleri kuşatma stratejisi nedeniyle ortodoks-olmayan bir yol izledi ve Çin tecrübesi genel bir tarih görüşüne dönüştürülüp Çin’in sınırlarını aşan anlamlar yüklendi. Mao’nun karmaşık (Marksist tipte bir analiz ile Çin düşüncesi ve kültürünün kombinasyonu) düşüncesinde özgün olan bir husus da “çelişki” kavramıdır.

1926’da ÇKP’nin toplam üye sayısı altı-bin civarındadır. Tony Cliff’in verdiği rakamlara göre 1926 sonunda ÇKP üyelerini % 66’sı işçi, % 22’si aydın % 5’i köylü iken, partide işçi oranı 1928 sonunda % 10’a, 1930 sonunda sıfıra düşer. 1930’dan 49’a kadar ÇKP’nin sanayi işçisi üyesi hiç yok gibidir ve bu durum Mao’nun 1949 zaferinde sanayi işçi sınıfının hiç bir rol oynamadığına işarettir. ÇKP, Cliff’e göre Orta Çin eyaletlerindeki ihtilalci köylü hareketlerine dayanmış ve buralarda Çin Sovyet Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Ama 1934’te buralarda askeri yenilgi alınca Kuzeybatıdaki Yenan’a çekildi ki, Çin’in sosyo-ekonomik bakımdan en geri olan bu bölgeleri Moğolistan ve Mançurya sınırındaydılar. Ülkenin tüm sanayi merkezleri Kuomintang kontrolündeydi.

Şehirlerin düşmesinden hemen sonra ise ÇKP liderleri herhangi bir işçi ayaklanmasını önlemeye çalışarak herkesin işinin başında olmasını bildirdiler. Buna uyan işçi sınıfı hareketsiz bekledi.

 

1949 Sonrasında Çin

1966’da başlatılan Çin Kültür Devrimi on yıl sürdü. 1963’te uç veren Çin-Sovyet çatışması, 1968’den sonra devam etti. Çekoslovak işgali örneğinden ürken Çin, Çin-Sovyet sınırında tedbirler aldı. 1969’da iki ülkenin sınırlarında aylarca süren sınır çatışmaları patlak verdi. Bir Sovyet nükleer müdahalesinden korkuya kapılan Mao’nun Çin’i ABD’ye yanaştı. Çin’in geliştirdiği yeni stratejide (üç dünya teorisi) bu korkuların, kendi savunmasına dönük endişelerin etkili olduğu söylenebilir. Çin-ABD yakınlaşması karşısında tecrit olacağını düşünen SB de, ABD ile ilişki kurarak detant (yumuşama) politikasını savundu. Carter’in Nötron Bombası yapımına karşı SB kendi dış politikasının çıkarı için dünya barış hareketini harekete geçirmede önemli rol oynadı.

 

Cezayir Devrimi (1954-61)

Cezayir bir Fransız sömürgesiydi. Cezayir Bağımsızlık Savaşı (Cezayir Devrimi), Fransız işgaline karşı ulusal kurtuluş cephesi FLN önderliğinde gelişti. Bağımsızlık bir kent gerilla savaşı sonucunda kazanıldı. Cezayir’in yapılaşma tarzı, dar ve birbiriyle tuhaf bağlantıları olan sokakları gerillalar tarafından bu amaçla iyi kullanıldı.

 

Küba Devrimi (1956-59)

Gerilla fikri bu devrimle büyük prestij topladı. Küba’nın ABD’nin arka-bahçesi konumu onu popüler kıldı. Bu devrim iki kişinin şahsında bulur tüm anlatımını. Biri Guevera, diğeri Castro’dur.

Che Guevera: Bu devrimin önderlerinden biri, 1967’de Bolivya’da öldürüldükten sonra bir efsaneye dönüşen Che Guevera idi. Ölmediğine dair hikayeler yayıldı, ölümsüz addedildi. İsa benzeri bir kurtarıcı figürle özdeşleştirildi. İsa’yı çarmıhta Che olarak gösteren resimler var. Cesedi öldürüldükten 30 yıl sonra bulundu. Elleri kesilmişti. Kemikleri dahil kalıntıları Küba’ya gönderildi. Gömüldüğü sıradaki resmi (delil olsun diye öldürenlerin çektiği fotoğraf) İsa’ya benzetildi. 1960’ların protestosunun sembolü oldu. 1968 kuşağının elinde ve dilinde her yanda bir slogana dönüştü. O, özel mülkiyetten ve paradan nefret ederdi. Ulusal Banka’nın başına getirildiğinde parayı tasfiye etmeyi düşündü. Hedefi “Dünyayı istiyorum ve şimdi istiyorum” idi. Onun afiş ve posterlerini, resmini taşıyan tişörtleri üreten global bir sanayi sektörü doğdu.

Che, sosyalist idealleri temsil ediyordu ve bu uğurda ölen büyük bir devrimciydi.

Fidel Castro: Küba devriminin bir nolu önderi ise Castro’dur. Bir Avukat’tır. Batista’nın Amerikancı rejimine karşı Kübalı kahraman Jose Marti’nin etkisi altında ve izinde silah temin etmek için yüzlerce kişiyle 1956’da Küba ordusuna ait Moncada Kışlası’na bir baskın yaptı. Çatışma çıkarsa savaşarak dağlara çekileceklerdi. Baskıncıların çoğu, hemen hepsi  öldürüldü. Kendisine sempati duyan bir askeri görevli sayesinde F. Castro sağ yakalandı ve yargılandı. Bu yargılama onu Jose Marti’den sonraki dönemde Küba’nın en büyük kahramanına dönüştürdü. Mahkemede “History will absolve me” (tarih beni berat ettirecek) dedi ve bu savunmasında öncülük ettiği hareketin programının esasını açıkladı. 15 yıla mahkum edildi. Çıktı veya kaçtı. Moncada baskının tarihi olan 26 Temmuz’dan dolayı  “26 Temmuz Hareketi” olarak bilinen hareketi kurdu ve onun mahkeme savunması bu hareketin programının özünü oluşturdu. Sierra Maestra’da bir gerilla grubu kurdu ve iki yılda bir gerilla ordusuna dönüştürdü bunu. Ocak 1959’da zafer kazanarak Havana’ya girdi. Amerikancı Batista rejimi yıkıldı, Batista kaçtı. Havana’ya girişinden birkaç gün sonra Havana’da halka muazzam bir nutuk verdi. Hemen sonra kurulan mahkemelerde Amerika ve Batista işirlikçilerini yargılattı. Rejimi sevmeyenler Amerika’ya kaçtı ve oradaki bu Kübalı kaçkınlar ABD tarafından Küba’ya karşı kullanılmak üzere organize edildiler. ABD’ne karşı dünyanın en küçük ülkelerinden biri olan Küba SSCB’ne yaklaşmaktan başka çare bulamadı. ABD ambargosu ve yaptırımlarına karşı ekonomisi şekere ve tütüne/sigaraya bağımlı Küba ancak bu sayede ayakta durabildi. ABD-SSCB ilişkilerinde kriz konusu oldu.

Küba modeli ve Che Guevera’nın çabaları Latin Amerika’da benzer gerilla gruplarını ve devrimleri özendirdi.

 

 

Vietnam Devrimi

1858’den itibaren Fransa tarafından işgal edilen Vietnam bu süreçte bağımsızlığını yitirdi ve 1896’da hem ekonomik hem politik bakımdan ilhakı tamamlanıp tamamen sömürgeleşti. Monarşi Fransa ile işbiriği yaptı. Sömürge düzeni 1896’dan 1916’ya dek iyice pekişti. Vietnam’da modern sınıflar ancak Birinci Savaş sonrasında oluşmaya başladılar.

1930’da Vietnam İşçi Partisi (Vietnam Komünist Partisi) kuruldu ve bir zamandır aydınların öncülük ettiği ulusal harekete o önderlik etti.

Vietnam’da ilk kurtarılmış bölgeler 1930-31’de doğdu. Buralarda tıpkı Çin’deki gibi iktidarı halk iktidarı adı altında Köylü Soyetleri (Köylü Birlikleri) ele geçirdi.

İkinci Savaş’ın  yaklaşmakta olduğu sıralarda Komünist Enternasyonal savaşa ve faşizme karşı barış ve demokrasi için “geniş halk cepheleri” acil görevini belirledi. Nitekim Fransa’da 1936’da FKP öndeliğinde Halk Cephesi seçimleri kazanıp hükümet kurdu. Fransa’daki bu gelişmenin Vietnam’a etkisi hayli olumlu olmuş, 1936-39 arasında Vietnam’da siyasal özgürlük ortamı genişlemiş, legal propaganda, ajitasyon ve örgütlenme imkanları doğurmuştu. Buna karşın Fransız işgali devam ediyordu. Gene de Fransız Emperyalizmini Yıkalım, Topraklara El Koyalım, Fransız Söürgeciliği vs gibi sloganlar ve kavramlar bu dönemde askıya alınmış, düşman tarifinde daha çok Fransız Faşistleri ve Gerici Sömürgecileri gibi söylemler tercih edilmişti. Çünkü Fransa faşist üçlüye karşı SSCB’nin yanındaydı ve KE’in politikaları Vietnam’a böyle yansıtılıyordu.

1939’da II. Savaş başlayınca durum değişti. Aralık 1939’da partinin MK’sı Fransız emperyalizmine karşı bir birleşik cephe kurmayı ve bir ayaklanma örgütlemeyi kararlaştırdı. Bu öncelikli görevin başarısı için toprak devrimi siyaseti (topraklara el koyma ve dağıtma sloganı) bırakıldı (Bk. Ho Şi minh, Seçme Yazılar, Aşama Yay.).

Bu arada hızlı değişiklikler cereyan etti. Hitler Fransa’yı işgal edince, Japonya Çin Hindi ve Vietnam’ı Fransa’dan aldı. Böylece Vietnam, bu kez Japonya ile karşı karşıya geldi.

Vietnam devriminin bir ulusal kurtuluş devrimi olduğundan hareketle 1941’de Viet Minh adında bir ulusal cephe kuruldu. 1944-45’te ise Vietnam Kurtuluş Ordusu kuruldu. Anti-Japon bir genel ayaklanma hazırlıkları yürütüldü. Mayıs 1945’te Nazi Almanya’sı teslim olunca, 8 Ağustos 1945’te SSCB Japonya’ya savaş ilan etti ve sonunda ABD’nin de devreye girişiyle 15 Ağustos 1945’te Japonya da teslim oldu. Bu kez II. Savaşın galibi olan ABD, İngilter ve Fransa müttefik ülke orduları girecekti Vietnam’a. Parti erken davranıp onlar gelmeden ve Japonlar’dan boşalacak yeri doldurmadan önce genel bir ayaklanmayla iktidarı almaya karar verdi.

Ağustos 1945’te tüm ülkede iktidar alındı ve Ho Şİ Minh başkanlığında bir geçici hükümet kuruldu. Proletarya önderliğinde bir halk devrimi olarak tanımlanan bu olayı takiben 2 Eylül 1945’te ise Vietnam Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi.

Bu zaferde dış etkenler ve uluslararsı gelişmeler belirleyici oldu. Ama Vietnam gene de Fransızlar tarafından ele geçirildi.

1954’te ülkenin kuzeyinde zafer kazanıldı. Güneydeki direniş hala kazanmamıştı. Bu aralıkta Güney’de Fransızlar’ın yerini ABD aldı. Güneydeki direniş 1960’ta oluşturulan Güney Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesiönderliğinde ABD’ye karşı sürdürüldü. Vietnam’ın birliği ve bağımsızlığı günün sloganı oldu. 1969’da Güney Vietnam da kurtarıldı.

 

 

 

Bazı Sonuçlar

 

Devrimlerin Niteliği

Her ikisi de sonuçta yenilgiye uğrayan 1871 Paris Komünü ve 1917 Rus Ekim Devrimi haricindeki diğer devrimlerin hepsi burjuva devrimleri oldular. Rus Ekim Devrimi dışındaki 20. Yüzyıl devrimlerinde sanayi proletaryası çok tali bir rol oynadı. Marx’ın öngörüsünün aksine devrimler geri ülkelerde yeraldı.

Eric Wolf, Peasants Wars Of The Twentieth Century (1969) adlı kitabında 20. Yüzyılın altı ana devrimi olarak Meksika (1910-17), Rus (1917), Çin (1927-49), Küba (1959), Cezayir (Bağımsızlık Savaşı, 1954-1961) ve Vietnam (1945-75) devrimlerini sayar. Onları tek tek tahlil eden yazar tüm bu devrimlerin “Köylü devrimleri (köylü savaşları)” oldukları sonucuna ulaşır. Hatta Caldwell gibi Maocu düşüncenin de katkısıyla bu deneyimlerde köylülüğün devrimin öncüsü olarak proletaryanın yerini aldığını tartışanlar ve karşıt sonuçlara ulaşsalar da öncü rolünü köylülüğün hangi tabakasının üstlendiğini araştıranlar vardır.

Köylülerin devrimdeki rolü konusunda Alavi’nin Peasants and Revolution (1965), M. Caldwell’in The Revolutionary Role Of The Peasants (1969), B. Moore’nin Social Origins Of Dictatorship and Democracy(1966) ve Wolf’un analizleri okunmaya değerdirler. Bunlara Ian Roxborough’un Theories Of Underdevelopment (1979) başlıklı çalışması da eklenebilir.

Bu devrimlerin tümünün köylü devrimleri oldukları tanımlamasına katılmak mümkün değil. Örneğin Cezayir kurtuluş savaşı esas olarak kentsel bir savaştı. 1959 Küba ayaklanması da köylü savaşı diye nitelenemez. Ama Çin ve Vietnam devrimleri gerçekten de “köylü savaşı (köylü devrimi)”nın açık ve tipik örnekleri gibi görünürler. Gene de bu devrimlerin sınıf niteliğini değerlendirirken sadece bu devrimlere katılanlara (sınıf ittifaklarının tabiatına) ve ondan yarar görenlere (devrimin taleplerine) değil, program (ideoloji) ve liderliğe de bakmalı, örgüt ve liderlik gözardı edilmemelidir. Çünkü iktidar alındıktan sonra inşa edilen toplum daha çok program ve liderlikle ilintilidir. Bu açıdan baktığımızda altı devrimin hiçbirinde köylülük iktidara gelen sınıf olarak görünmez. Devletin kontrolü bu sınıfa geçmemiş. Devrimden sonra iktidarı kontrol edenler daima kentli gruplar olmuştur. Erken köylü isyanlarının aksine 20. Yüzyıl devrimlerinde örgüt ve liderlik köylülüğe dışarıdan benimsetilmiştir.

Dolayısıyla “köylü devrimi” kavramı devrimin sonucuna, kimin iktidara geldiğine değil, sadece veya daha çok katılanlara baktığı için yanıltıcıdır. Herhalükarda Paris Komünü ve Rus Ekim devrimi dışındakileri genel olarak konuşursak birer burjuva devrimi olarak tanımlamak gerekir.

  1. Wolf’un değerlendirmesi hatalı ve eksik olmakla birlikte onun köylü devrimi olarak tanımladığı bu devrimlerin çoğunluğunda (Çin, Küba gibi), proletarya öncü olarak ortaya çıkmak bir yana, gerçekten de önemli bir rol oynamamıştır; ama bu ülkelerin resmi tarihi proletaryanın rol oynamadığı kendi devrimlerini proletarya devrimi olarak tanımlamıştır.

Stalin altında Marksizm değişikliğe uğratıldı, sosyalizme ekonomik planlama ve devlet mülkiyeti anlamı yüklendi. Stalin-sonrası dönemde geri ülkelerde (üçüncü dünyada) Marksizm’in değiştirilmesine yeni şeyler eklendi. Çin Devrimi’nin katkısı ise Maoizm’de yansıdığı şekliyle bir adım daha ileri gidip işçi sınıfına devrimde herhangi bir fiili rol vermemek oldu. “Proletarya“ sözcüğü ÇKP liderliği için özgün bir sosyal sınıfa referans olmaktan çıkmıştı.

Böylece ‘proletarya’ terimi nasıl sanayi işçi sınıfı ile ilişkili bir kavram olmaktan çıkartıldıysa,  “sosyalizm” de giderek işçi sınıfının kurtuluşunu ifade etmekten çıkartılarak “ekonomik kalkınma için bir reçete”, bir kalkınma/sanayileşme modeli olarak anlaşıldı.

 

Çağ Analizinde Yanılgılar                                                              

  1. yüzyıl İngiliz ve 18. Yüzyıl Fransız burjuva devrimlerinde görüldüğü gibi hemen tüm burjuva devrimleri sırasında proleter devrim girişimlerine tanık oluruz. Ama tüm bu erken girişimler başarısızlıkla sonuçlandı.
  2. yüzyılı burjuva-devrimleri çağı olarak tanımlayan Marks-Engels, 19. yüzyılın da proletarya devrimleri çağı olacağını söylediler.

Örneğin 1852 yılında yazdığı Onsekizinci Brumaire’de Marks, burjuva devrimleri 18. Yüzyılın, proletarya devrimleri ise 19. Yüzyılın devrimleridir diyordu. Bu görüş Komünizmin İlkeleri ve Komünist Manifesto’da da vurgulu şekilde ifade edilir. Nitekim, 1848’de Fransa’da Şubat Devrimi patlak verince ve tüm Avrupa’ya yayılınca, özellikle aynı yılın Haziran’ında Paris’te yeralan işçi ayaklanmasından hemen sonra, Marks ve Engels, ‘Büyük ve kesin kavganın başlamış olduğunu’ düşündüler (yani onlara göre proletarya devrimleri çağı başlamıştı). ‘Bu kavga uzun süreli ve seçeneklerle dolu tek bir devrimci dönemde’ yeralacak, ve ‘proleteryanın kesin zaferiyle’ sonuçlanacaktı  (bk. Fransa’da Sınıf Savaşımları’na  Engels’in Önsözü, 6 Mart 1895).

1848 Devrimleri de gerçekte burjuva devrimleri oldular. Yani Marks-Engels’in öngörüleri gerçekleşmedi ve zaten onlar da çok geçmeden bunu farkettiler. Başarısızlıkla sonuçlanan kısa ömürlü Paris Komünü girişimi (ki aynı ölçekte olmasalar da benzer girişimlere hemen her burjuva devriminde tanık olunduğunu az evvel söyledim) hariç tutulursa, 19. Yüzyıl da burjuva devrimlerinin belirlediği bir çağ oldu.

  1. yüzyılı burjuva devrimleri çağı olarak niteleyen Lenin ise 20. Yüzyılın proletarya devrimleri çağı olacağını öne sürdü.

1917 Rus Ekim Devrimi bu görüşü doğrulayacak gibi göründüyse de arkası gelmedi. Bir dünya devrimine dönüşemeyen Ekim Devrimi ulusal sınırlara hapsolup sonunda yenildi.

Kısacası 20. Yüzyıl da proletarya devrimleri çağı, yani proletarya devrimlerinin belirlediği ve küreselleştiği bir çağ olamadı. Tam tersine 20. Yüzyıl da fiiliyatta burjuva devrimlerinin (anti-faşist, anti-emperyalist savaşların, köylü devrimleri ve ulusal kurtuluş hareketlerinin) belirlediği bir çağ oldu. Böylece Ekim Devrimi bu çağın istisnası olarak kaldı.

Şimdi 21. Yüzyıldayız.

Bence, eğer böyle bir çağ yaşanacaksa, asıl şimdi proletarya devrimleri çağına girmiş bulunuyoruz.

Marks-Engels’in zamanında Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri burjuva devrimlerini ya henüz yapmamış ya da daha tamamlamamışlardı. Nitekim Lenin Asya’da burjuva devrimlerinin 1905 Rus Devrimi’yle birlikte başladığına işaret etti (yani 20. Yüzyılda).

Şimdi kapitalist olmayan ülke neredeyse kalmadı. Kapitalizm bir dünya sistemine aslında ancak 20. Yüzyılda dönüştü. Batı Avrupa’da burjuva devrimleri döneminin 19. Yüzyıl sonlarında, Doğu Avrupa ve Asya’da ise 20. Yüzyılda esas olarak kapandığı söylenebilir (henüz istisnaları olmakla birlikte).

Bu duruma bakarak 21. Yüzyılın proletarya devrimleri çağı olacağı umut edilebilir.

Marksizmin proletaryaya atfettiği tarihsel girişim yeteneğinin (devrimci rolün) olaylar tarafından, yani 19. Ve 20. Yüzyılın tecrübeleri tarafından doğrulanıp doğrulanmadığı ciddi olarak tartışılması gereken bir konudur. Bundan kaçmak iman tazelemek, kör inanç gibi bir şey olur. Kendi iç karşıtlıklarının/dinamiklerinin işleyişi sonucunda kaçınılmaz olarak yıkılacağı öngörülen kapitalizm,  tüm krizleri atlatma yeteneği göstererek bugüne kadar gelebildi. Koptu kopacak denen kıyamet bir türlü kopmadı. 19. Yüzyıl sonunda Bernştayn buna dayanarak ortaya çıktı zaten.

Proletaryanın geçmiş yüzyıllarda kendisine atfedilen devrimci misyonu kanıtlamamış olduğu savıyla, sıranın proletarya devrimlerine gelip gelmediği konusunda kuşku duyanlar olabilir. Tecrübe tarafından yeterince kanıtlanmadığına göre bu kuşkulara hak bile verilebilir. Ama bu yüzyılın tecrübesinin bu kuşkulara son vereceğini düşünüyorum.

 

Burjuva Devrimleri Sürecinde Proletaryanın Taktikleri                                                            

Marksizmin kurucularının beklentilerinin tam tersine geçmiş yüzyılların (19. Ve 20. Yüzyılların)  burjuva devrimleri tarafından belirlendiğine işaret ettim. Bu belirleme bir kez kabul edilirse, geçmiş yüzyıllar bakımından en önemli konu bu yüzyıllarda yeralan devrimlerde (burjuva devrimleri sürecinde) proletaryanın rolü ve taktikleridir.

Bu konuya 1848 devrimleriyle, daha doğrusu 1848 Alman Devrimi’nde Marx-Engels’in ve partilerinin izlediği taktikle başlamak gerekir. Bence Troçki’ye ait Sürekli Devrim tezi ve Geçiş Programı anlayışı öz olarak Marks-Engels’te vardı (Bk. Komünistler Birliği’nin’nin Mart 1850 tarihli genelgesi; Komünizmin İlkeleri ve Komünist Manifesto). Onlarda olmayan tek şey gecikmiş burjuva devrimlerine proletaryanın önderlik edebileceği ve etmesi gerektiği görüşüydü. Bu görüşü ilk ortaya atan ise Lenin oldu. Böylece Troçki’nin yaptığı Marks, Engels ve Lenin’deki unsurları Sürekli Devrim adı altında biraraya getirmek oldu.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)

ÜYE GİRİŞİ

KAYIT OL