1-Tarihi Gelişimi İdeoloji, tanımı güç bir kavramdır. Uzun bir tarihe sahip olan ideoloji kavramı bu tarihsel gelişim içinde çok değişik anlamlarda kullanılmıştır. “İdeoloji”, ilk ortaya çıktığı dönemlerde çağdaş kullanımlarından daha..
1-Tarihi Gelişimi
İdeoloji, tanımı güç bir kavramdır. Uzun bir tarihe sahip olan ideoloji kavramı bu tarihsel gelişim içinde çok değişik anlamlarda kullanılmıştır.
“İdeoloji”, ilk ortaya çıktığı dönemlerde çağdaş kullanımlarından daha farklı bir anlama sahipti: insan fikirlerine ilişkin bilimsel araştırma
II. Dünya Savaşından sonra Almanya’da “Nazizm” ve İtalya’da “Faşizm” adını alan ideolojilerin ortaya çıkması ideoloji kavramına yeni bir boyut kazandırdı. Buna göre ideoloji, bir ulusun benimsediği değer yargılarını, amaçları ve bu amaçlara ulaşmak için gerekli kurumsal yapıyı ifade eden bir anlam kazandı.
İdeolojiyi küçük bir grubun üyeleri veya büyük kitleler benimseyebilir. Bütün bir ulus veya çok sayıda ulus ideolojik görüşü paylaşabilir. Hatta ideoloji bazen evrensel bir kabul edilme şansına da sahip olabilir.
İdeolojiler özellikle XX. yüzyılda etkinlik kazanmıştır. Orta Çağ “inanç çağı”, XVIII. yüzyıl “aydınlanma çağı” olarak nitelendirilmiştir. XX. yüzyıl ise “ideoloji çağı” olarak isimlendirilmiştir. Bununla beraber unutmamak gerekir ki, XX. yüzyılda etkinlik kazanan ideolojiler aslında XIX. yüzyılda oluşmuştur.
2- İdeoloji Kavramının Tanımı
Sosyal bilimlerde doğa bilimlerinde olduğu gibi bir kavramın anlamı üzerinde hem fikir olamazlar. Sosyal bilimlerde, neredeyse sosyal bilimci kadar, o kavramın anlamı vardır. Bu kavram kargaşasından “ideoloji” kavramı da nasibini almıştır.
İdeoloji sosyal bilimcilerin hem fikir oldukları ortak bir anlama sahip değillerdir. İdeolojinin birçok anlamı bulunmaktadır; Bunlardan bazıları;
1) “İdeoloji siyasi veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral, estetik düşünceler bütünü.”[i]
2) “Toplumsal yaşamdaki anlam, gösterge ve değerlerin üretim süreci.”
3) “Belirli bir toplumsal grup veya sınıfa ait fikirler kümesi.”
4) “Bir egemen siyasi iktidarı meşrulaştırmaya hizmet eden yanlış fikirler.”
5) “Siyasi veya toplumsal bir doktrin meydana getiren ve bir hükümetin, bir partinin, bir sosyal sınıfın hareketlerine yön veren düşünce ve görüşler sistemi.”
İdeoloji kavramındaki farklı anlamların olması bazı yanlışları da beraberinde getirmektedir.
Toplumsal yaşamda insanların yapmış olduğu konuşmalarda tartışmalarda yapılan söyleşilerde insanlar karşısındaki ile anlaşamadığı zaman ya da olumsuz bir durum olduğu zaman karşısındakinin düşüncesini, fikrini ideolojik olarak nitelendirmektedir ve sanki her düşüncenin her fikrin ideolojik olduğu anlamı çıkmaktadır.
Her düşünce ya da fikir ideoloji olamayacağına göre, bir fikrin ya da düşüncenin ideoloji olması için ne gerekmektedir.
Fikirlerin ideoloji olması için iki temel unsura ihtiyaç vardır;
Bunun ilki fikirlerin ve düşüncelerin eylemsel, fiili yönü olması gerekmektedir. Dolayısıyla ideolojiden söz edilebilmesi için düşünce sisteminin aynı zamanda eyleme yönelik bir özellik taşıması, başka ifade ile insandan belirli bir şekilde davranmayı istemesi gerekir. Bu şekilde, ideoloji olabilmek için düşünce sisteminin içinde değer yargısı ile ilgili bazı özellikleri taşıması gerektiği ifade edilmiş olmaktadır. İyi, haklı ve doğru ile ilgili değer yargılarının ödevler oluşturması fikir sisteminin ideolojiye dönüşebilmesinin zorunlu şartlarından birisidir. Hiççilik, vejetaryenlik, varoşçuluk, eyleme yönelik olan ve değer yargısı taşıyan düşünce sistemidir. Çünkü söz konusu fikir sistemleri taraftarlarından yalnızca belirli fikirleri benimsemelerini değil, aynı zamanda belirli biçimde hareket etmelerini de istemektedir.
Bununla birlikte fikir sisteminin değer yargısı içermesi, ödevler yüklemesi, belirli davranış biçimlerini öngörmesi de bir fikir sisteminin ideoloji olması için yeterli değildir.
İkincisi ise fikirlerin ve düşüncelerin arkasında yatan siyasi neden.
Fikir sisteminin ideoloji olarak nitelendirilmesi için siyasetle ilgili kapsamlı talepleri (istemleri) olmalıdır. Bir düşünce sisteminin ideoloji sayılması için Siyasi iktidara gelmek, toplumu yönetmek veya siyasi iktidarı kapsamlı şekilde etkilemek unsurlarının bulunması gerekmektedir.
“Bu açıklamalardan sonra ideoloji , “insan davranışlarını yönlendiren, inanç unsurlarına dayanan, sosyal, siyasi ve ekonomik talepleri içeren fikir sitemi” şeklinde tanımlanabilir.
Bu çerçevede, varoluşçuluk, hippilik, vejeteryanlık, anti-alkolizm ideoloji olmadığı halde, kapitalizm, nasyonalizm, marksizm, faşizm, nasyonal sosyalizm, falanjizm, sosyal demokrasi ideoloji olarak nitelendirilmeye elverişli fikir sistemleri olarak karşımıza çıkmaktadır.
3-İDEOLOJİ’NİN ÖZELLİKLERİ
“Değer yargısı ile olan ilgisi dolayısıyla, ideoloji bazen istenen bir sosyal ve siyasal değişmeyi kolaylaştırmak, bazen da istenmeyen bir sosyal siyasal değişmeyi engellemek için kullanılır.
İdeoloji, siyasi iktidarla ilgili değerlendirme konusunda önemli bir fonksiyon ifade eder. Sanat, din, ekonomi, siyasi iktidar faaliyetlerini değerlendirmek bakımından sağlam bir ölçüt değildir. Buna karşı ideoloji siyasi faaliyetlerin değerlendirilmesinde yardımına başvurulan yararlı bir ölçüt olarak siyaset sahnesinde kendini gösterir.
Her ideoloji belirli bir toplumsal ortamın ürünüdür. Daha sonra milli sınırları aşarak evrensel boyut kazanmış olsa dahi ideolojinin bu özelliği değişmez. Dolayısıyla ideolojiyi sosyal bir olgu olarak değerlendirmek yanlış değildir. İdeolojiler daha çok toplumların değişim ve bunalım dönemlerinde, o zamana kadar toplum katlarında geçerliliği olan fikirlerin geçersiz sayıldığı dönemlerde kendini göstermektedir.
İdeolojiyi savunanlar, tarihsel gelişim süreci içinde ideolojinin bir gerçeklik olarak ortaya çıktığını ileri sürerler. Ancak unutmamak gerekir ki, ideoloji, çoğu kez kendisinden önceki ideolojik modelin yerini almak iddiası ile tarih sahnesinde varlık kazanır.
İdeoloji bazen “kutsal” olduğu iddiası ile ortaya çıkar. Tabiatıyla “kutsallık” kavramını tanımlayan ve belirleyen de ideolojinin kendisidir. İdeolojinin niçin kutsal olduğu veya kutsal sayılması gerektiği konusunda hiçbir kanıt yoktur. Bununla birlikte ideolojiyi savunanlar, ideolojiye yandaş kazanmak ve yandaşları kaybetmemek için kutsallık iddiasına önem ve ağırlık verirler. Kendisinin nihai gerçeği temsil ettiği iddiası ideolojinin etkinlik kazanmasında rol oynar.
İdeoloji ve ideolojik yönelimler daha çok batı toplumlarında dikkat çekmektedir. İdeolojilerin batı kültürü ile ilgili olduğu da söylenebilir. Çağdaş ideolojilerin büyük çoğunluğunun batı kültürünün eseri olduğu veya batı kültürü ile ilgili olduğu bir gerçektir.
İdeoloji sayesinde karmaşık bir durum oldukça basit biçimde ifade edilebilmektedir. Bu sayede insanların sosyal olaylar ve durumlar konusunda bilgi sahibi olmaları ve uyum içinde bulunmaları sağlanabilmektedir. İdeolojinin bu yararı yanında bazı zararları da olmaktadır. İdeoloji sayesinde insanlar istenilen bir değişikliği kolayca benimsemektedirler. Ancak gene ideoloji dolayısıyla insanların sosyal ve siyasi hayatta istenilen değişikliklere kör biçimde karşı çıkmaları durumu ile de karşılaşılmaktadır.
İdeoloji gücünü insan ihtiraslarından almaktadır. Soyut felsefi çalışma, ihtirası bertaraf etmek ve denetlemek amacı güder. Oysa ideolojinin en önemli fonksiyonu ihtirasın dış dünyaya çıkması için gerekli bir kapı açmasıdır. İdeoloji, insan enerjisini politikaya yönlendirir. Oysa bir inanç sistemi olan din, enerjiyi, duaya, cemaat ayinine, anıt binalara ve sanata yöneltmektedir.
4-İdeoloji Çeşitleri
“İdeolojileri farklı yönlerde tasnife tutmak mümkündür. Birinci tasnif “içeriklerine göre” yapılır. İçerdikleri fikrin, mevcut durumun (statüko) savunmasına veya değiştirilmesine yönelik olduğuna göre ideolojileri ikiye ayırabiliriz:
1- İktidar ideolojileri (veya muhafazakâr ideolojiler)
2. Muhalefet ideolojileri.
“Muhalefet ideolojilerini de “muhalefetin derecesi”ne göre iki gruba ayırmak gerekir;
1. Reformist ideolojiler
2. Devrimci ideolojiler.
“İdeoloji türlerinin tespitinde kullanılabilecek bir başka ayrım kriteri, ideolojilerin kullandıkları yöntemlere, taktiklere göre belirlenir. Buna göre de ideolojiler: İkna yöntemi kullanan, organizasyona ağırlık veren, zora ve baskıya yönelen, ideolojiler olmak üzere sınıflandırılabilir. Bu iki kriter içinde nispeten daha önemli olan birinci kriterdir. Önce bu kritere göre yapılan ayrımı inceleyelim.
İktidar ideolojileri, mevcut ekonomik, siyasal, dini, ahlaki, kültürel gibi toplum yaşamında mevcut olan sistemleri savunan, onları rasyonalize eden yani işleyişlerinin doğru ve haklı olduğunu savunan ideolojilerdir. Muhalefet ideolojileri ise, mevcut ekonomik, siyasal, dini, ahlaki, kültürel vb. gibi toplum yaşamında mevcut olan sistemlere karşı olan, onları eleştiren ve onlar yerine ne tür sistemlerin ikame edilmesi gerektiğini öne süren ideolojilerdir.
Toplumda geçerli olan dolayısıyla hem yasalar, hem toplum gelenekleri ve hem de bireysel düşünce yönünden tasvip gören ve desteklenen sistemler; zaman içinde bu destekleri kaybedebilirler. Başka değer yargıları, başka ilişkiler, başka kurumlar ve başka davranışlar; toplumsal ve bireysel yaşamı etkilemeye başlar. Böyle bir değişiklik eğitim sisteminden kaynaklanabileceği gibi, gazete, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarından da kaynaklanabilir Turizm ve dış ticaret gibi uluslararası ilişkiler nedeniyle yabancı ülkelerden “ithal” edilebilir veya başka devletlerin bilinçli destek ve propagandaları ile suni bir şekilde başlatılabilir.
Bu tür değişmeler yavaş veya hızlı bir biçimde “muhalefet ideolojileri”ni oluşturur. Toplumda artık ideolojiler arası çatışma başlamıştır. İdeolojiler arası böyle bir çatışmanın siyasal bir bunalıma dönüşmesi kolaylıkla mümkündür. Çünkü iktidar ideolojisi, adından da anlaşılacağı üzere ülke içinde sadece fertlerin değil siyasal iktidarın da desteğine sahip bir ideoloji halindedir. İktidar ideolojisi çoğu defa yasalarla korunmuş olduğu gibi, tüm eğitim ve kitle haberleşme sistemi, bilerek veya bilmeyerek, iktidar ideolojisinin yayılması ve güçlenmesi görevini üstlenmiş olabilir.
Bunun içindir ki demokrasi ve ondan kaynaklanan kişisel özgürlükler çağdaş batı uygarlığının ayrılmaz bir parçasıdır. Burada bir önemli noktanın aydınlığa kavuşturulması gerekir. İktidar ideolojileri bir derebeyinin, bir diktatörün veya bir faşist yönetimin desteklenmesine yönelikse, muhalefet ideolojilerinin ortaya çıkması ve hızla güçlenip iktidar ideolojisini alt etmesi ve yeni düzeni kurması; istenen bir durumdur. Ancak muhalefet ideolojileri bazen toplumun çoğunluğunca desteklenen meşru bir rejime ve onun ideolojisine karşı da oluşabilir.
İktidar ideolojileri, toplumun tüm davranışını belirler. Bu tür davranışlar arasında kuşkusuz en önemlisi siyasal iktidarın davranışlarıdır. Siyasal iktidar, toplumsal amaçları belirlemede olduğu kadar, bu amaçlara ulaşmak için seçilecek araçları belirlemede de, iktidar ideolojilerinin etkisi altındadır.
Mesela liberal ideolojinin egemen olduğu toplumlarda siyasi iktidar, işsizliği önlemek için çeşitli teşvik önlemleri (ucuz kredi, vergi muafiyeti gibi) ile özel sektörün istihdam gücünü arttırmaya yönelirken, Marksist bir siyasi iktidar, devlet işletmelerinde “zorunlu istihdam” gibi doğrudan istihdam arttırıcı bir araç kullanır.
İktidar ideolojilerinin de zaman içinde sabit olduğu sanılmamalıdır. Bir taraftan değişen koşullar, diğer taraftan da muhalefet ideolojilerinin baskıları, iktidar ideolojilerini, belli bir özü korumakla birlikte, devamlı değişmeye zorlar. Mesela; kapitalist sistem, “piyasa mekanizmasının serbest çalışması” ilkesine bağlı kalmakla birlikte zaman içinde ekonomiye gerektiğinde müdahale eden bir “Refah Devleti” anlayışına ulaşmıştır. Öte yandan “devlet mülkiyeti”ne ve “merkezi planlamaya” sıkı sıkıya bağlı Marksist sistemlerin bazıları “piyasa sosyalizmi” adı verilen ve işçilerin, mülkiyeti devlete ait olan işletmelerin yönetimini üstlendikleri sistemlere yöneldiği gibi, küçük tarım ve sanayi işletmelerinde özel mülkiyete yer vermişlerdir.
Muhalefet ideolojileri, bir taraftan kendi niteliklerine göre diğer taraftan da iktidar ideolojisinin toplum tarafından benimsenme ve desteklenme derecesine göre; ya sadece iktidar ideolojisine eleştiriler yönelterek ve iktidar ideolojisinde reformların gerekli olduğunu öne sürerek (reformist ideoloji) ya da köklü değişiklikler gerektiğini savunarak (devrimci ideoloji) ortaya çıkabilirler.
“İktidar ve muhalefet ideolojileri, amaçlarını gerçekleştirmek için kullandıkları yönteme göre de farklılık gösterirler. Her biri ikna, organizasyon ve baskı yöntemlerinden birine veya birkaçına başvurabilir. Amaçlar ne kadar önemli ve yaygınsa ve bir ideoloji Statükoya ne kadar şiddetli bir eleştiri yöneltiyorsa ikna ve organizasyona da önem vermekle birlikte, daha çok zora ve şiddete başvuracaktır. Buna karşılık eleştiriler sınırlı, reform istekleri mevcut yapıda önemli değişmeleri gerektirmiyorsa siyasi organizasyon düzenlemeleri ve ikna yöntemleri yeterli olacaktır.
Diğer bir taraftan ideolojileri katı ve yumuşak veya sağ ve sol olmak üzere iki gruba da ayırmak mümkündür. İdeolojilerin bu sınıflandırması ideoloji gerçeğini daha iyi anlamak ve açıklamak bakımından faydalı olduğu gibi farklı ideolojileri aynı kefeye koymanın da sıkıntısını gidermektedir.
Siyasi düşünceleri sağcılık veya solculuk olarak belirtmek ilk defa Fransız Devrimi ile gerçekleşmiştir. Fransız Devriminden sonra toplanan ulusal meclis üyeleri düşüncelerine göre mecliste kralın sağ ve sol tarafına oturmuşlardır. Kralın sağ tarafında oturanlar eski düzeni savunan, kralın otoritesini kabul eden üyeler iken kralın solunda oturanlar kralı veto eden düzenin değişmesini isteyen üyelerdir. Bu tarihten sonra sağcılık “hiçbir yenileşmeyi istemeyerek kurulu düzenin olduğu gibi korunmasını savunan ve bu bakımdan evrimsel değişikliği yeğleyen solculuğun karşısında yer alan tutum olarak tarihe geçmiştir.
Solculuk ise “ anamalcı toplumsal, ekonomik düzene değişik biçim ve ölçütlerle karşı olan, ekonomik siyasal erki yine değişik biçim ve ölçütler de halkın iyi olmasını savunan düşünce ve eylem akımlarının genel adı olarak tanımlanmaktadır.
Diğer bir ayrım ise katı ve yumuşak ideolojiler olarak yapılmıştır. “Katı ideolojide dogmatizm, değişmezlik ve kutsallık iddiası vardır. Yumuşak ideoloji de ise pragmatik ve esnektir. Kutsallık iddiası taşımaz. Karşı görüşlere ideolojilere karşı hoşgörüsüzlük de katı ideolojinin başka bir özelliğidir. Marksizm ve Nasyonal Sosyalizm katı, Kapitalizm ise yumuşak ideolojiye örnek gösterilebilir.
İDEOLOJİ (Kavram olarak):
“İnsan düşüncesinin ve eyleminin amacını, bu amaçlara nasıl varılacağını tanımlayan ve sosyal ve fiziki gerçeklerin niteliğini belirleyen bir değerlendirici prensipler sistemi”
Bu anlamda ideolojilerde 3 aşama vardır.
1- Bütün İdeolojiler genellikle bir “dünya görüşü” ne sahiptirler ve bu görüş içersinde mevcut düzene ilişkin bir değerlendirmede bulunur ve sunarlar.
2- Bir iyi toplum vizyonu (görüşü, tasarımı) çerçevesinde arzulanan bir gelecek modeli sağlarlar. Bu görüşe göre huzur ve refah olması lazımdır. İdeoloji geleceği planlar.
3- Siyasal değişimin nasıl olabileceği ve nasıl olması gerektiği konusunda bir çerçeve çizerler.(Eylem dönemi)
İdeolojiler, değişmez düşünce sistemleri değildir. Birçok noktada bir başka ideolojiye de yaklaşırlar. Değişken fikirlerle beslenip ortaya çıkarlar.
Siyaset felsefesine benzerler. Uygulamada geniş siyasi eylemler şeklini alırlar.
LİBERALİZM, MUHAFAZAKARLIK, SOSYALİZM
Liberalizm:
Uzun bir tarihi geçmişe dayanır. Beyliklerin olduğu dönemde Batı da Feodalizm vardı. Feodalizm veya Derebeylik, başta Ortaçağ Avrupası olmak üzere tarihin birçok evresinde rastlanan toplumsal, siyasal ve ekonomik örgütleniş biçimidir.
Koruyan-korunan ilişkisine dayanan hiyerarşik bir örgütleniştir. 10.yy da kara saban ve üzenginin bulunuşu feodal yapının Avrupa’nın hâkim düzeni olmasını sağlamıştır. Feodolizmin yıkılışıyla 2 önemli şey ortaya çıkmıştır. Toplumun özellikle ekonomik hayatında piyasa ve kapitalizm. Sanayileşme Liberalizmle kapitalizmi yakından birbirine bağlı kılmıştı. Başlangıçta Liberalizm siyasi bir doktrindi. Anayasa ve temsili hükümeti savunmak yerine mutlakiyete ve feodal imtiyazlara saldırıyordu. 19.yy. başlarından itibaren yeni bir ekonomik düşünce ortaya çıktı. Laissez faire (bırakınız yapsınlar). Fertlerin faaliyeti ekonomik hayatı oluşturmuş, kapitalizm böyle ortaya çıkmıştır. Siyasi iktidarın ekonomiye karışmaması önemlidir. Hükümetin iktisadi hayata müdahelesine karşı, bir iktisadi düşünce gelişti. İşte bu yaklaşım klasik Liberalizmin merkezi teması oldu. Daha sonraları refah devleti, refah reformları devletin iktisadi hayata müdahelesini daha uygun hale getiren durumlar ve görüşler sosyal liberalizmi ortaya çıkardı. 20.y.y. da Liberalizm artık sermayenin hakim olduğu, sürekli sermayenin işlediği, aynı zamanda da sosyal ihtiyaçlara cevap verecek bir sistem olarak ortaya çıkmıştır. 1970’lerden sonra Liberalizm yeni bir ad almış Neoliberalizm o.
Temel sermaye(sermayenin devamlı olarak işlemesi)
LIBERALIZM
19.yy- Mutlakiyet ve imtiyazlara saldırı
19.yy-20.yy- İktisadi hayatta devlet müdahelesine hayır
20.yy- 21.yy- Sosyal Liberalizm
LIBERALIZMIN UNSURLARI:
a- Bireycilik – Ferdiyetçilik
b- Özgürlük
c- Akıl
d- Eşitlik
e- Hoşgörü
f- Rıza
g- Anayasacılık
a) Bireycilik – (Ferdiyetçilik)
(Sözlük) Bireylerin yararlarını toplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan görüş, tutum veya politikalar – İndividualizm
Bireycilik, Liberal idelojinin merkezi ilkesidir. Bireysel insanın herhangi bir toplumsal gruba veya topluma karşı en yüksek derecede öneme sahip olduğu inancına dayanır ve bu inancını yansıtır. Beşeri varlıklar her şeyden önce birey olarak görülür. Bireyler eşit ahlaklı, ayrı ve biricik şahsiyetler kabul edilirler.
Liberalizmin hedefi, içinde bireyin her alanda gelişebileceği, her birinin yeteneği ölçüsünde yapabileceğinin en iyisini yaparak ilerleyebileceği bir toplum yapmaktır.
b) Özgürlük (Liberty)
Özgürlük de Liberalizmin merkezi önemde bir değeridir. Bu ideolojide özgürlüğe eşitlik, adalet veya otoriteye göre öncelik tanınır. Bu durum doğal olarak bireye duyulan inançtan ve herkesin kendi seçtiği veya hoşlandığı şekilde davranmasını sağlama arzusundan gelir. Liberaller, bir bireyin özgürlüğünün diğerinin özgürlüğünü tehdit edebileceğini ve kurallara uyulmama sonucunu doğuracağını dikkate alarak “Hukuka bağlı özgürlüğü” savunurlar.“Herkes için aynı özgürlük ilkesiyle uyumlu biçimde” mümkün olan en fazla özgürlüğe varılmasını savunurlar.
c) Akıl
Liberaller dünyanın akla dayanan bir yapısı olduğuna, insan aklı ve eleştirel inceleme yolu ile keşfedilebileceğine inanırlar. Bireyler kendileri hakkında makul kararlar verebilir, kendi çıkarlarının ne olduğunu bilir ve değerlendirebilirler. Bu yaklaşım ve inanç sonucu anlaşmazlıkları kan dökme ve savaş yerine tartışma ve ikna yolu ile çözümlenebileceği inancını özendirirler.
d) Eşitlik
Bireyler eşit doğarlar. Hukuki (Kanun önünde) eşitliğe ve siyasi eşitliğe (herkesin bir oy hakkı vardır) sahiptirler. Ancak aynı yeteneklere ve çalışma isteğine sahip olmadıklarından sosyal ve gelir eşitsizliği görülür. Liberaller bu alanda sosyal ve gelir eşitliğini desteklemezler. Eşit olmayan potansiyellerini gerçekleştirmeleri bakımından onlara eşit şans tanıyan fırsat eşitliğini savunurlar. Yetenek + çok çalışmayı öngören başarı ilkesini desteklerler.
e) Hoşgörü
(Hoşgörü tahammül anlamındadır. İnsanların mutabık olmadıkları fikir, konuşma ve davranışlara müsaade etmeye gönüllü olmaktır.) Liberaller hoşgörünün hem bireysel zenginliğin hem de sosyal zenginleşmenin garantisi olduğuna inanırlar. Ahlaki, kültürel ve siyasi çeşitliliğin olumlu ve sağlıklı olduğuna, bütün inançların ve fikirlerin serbest piyasada test edilmesini sağlayarak tartışılarak aydınlık bir geleceği destekleyeceğini savunurlar. Rakip fikirler ve çıkarlar arasında doğal olarak bir ahenk ve denge vardır. Uzlaşmaz fikirler genellikle geçerli değildir.
f) Rıza
Otorite ve sosyal ilişkiler daima rızaya dayanmalıdır. Yönetimde, “Yöneticilerin rızasına” dayanır. Bu görüş Liberalleri temsil ve demokrasiden yana olmaya özendirir. Otorite (iktidar), aşağıdan gelir ve daima meşruluk temeline dayanır.
g) Anayasacılık
Liberaller, hükümeti bir toplumda düzenin ve istikrarın güvencesi olarak görürler. Ancak hükümetin bireye karşı bir zorbalığa, baskıya dönüşebileceğini de dikkate alırlar. Bunun için yönetimi sınırlamayı öngörürler. Bu sınırlama yönetim (egemenlik) gücünün çeşitli kurumlar arasında dengeli bir şekilde dağıtımına ve Anayasa ile ferdi hakların güvenceye alınmasına önem verirler. (Devletle-birey arasındaki ilişkiler.)
MUHAFAZAKÂRLIK
Reformcuların olanca iyi niyetlerine rağmen beklenmedik sonuçlara yol açabilen reformlara iyi gözle bakmayan, hele büyük ölçekli toplumsal dönüşümlere şiddetle karşı çıkarken, bir toplumun geleneklerine büyük bir değer atfeden toplum ve siyaset görüşü; geleneğe bağlı tarihsel tecrübe birikimine değer veren, yavaş ve tedrici değişmeye inanan ideoloji
Tutuculuktan ayrıdır. Muhafazakâr fikirler ve doktrinler ilk olarak 1789 Fransız Devriminin büyük ölçekteki iktisadi ve siyasi değişimlerine karşı bir tepki olarak ortaya çıktılar. Bu anlamda muhafazakârlık eski rejimin (ancien regime) korunması ve eski rejime dönmeye ilişkin bir eğilim anlamındaydı.
Bir süre sonra Muhafazakârlık, Liberalizmin, sosyalizmin ve milliyetçiliğin gelişimine direnmeye çalışarak güç duruma düşen geleneksel sosyal düzeni savunmaya geçti ve bu anlamı taşıdı. Herhangi bir reform düşüncesini peşinen reddeden özelliği ile tanımlandı. Siyasi iktidarı elinde bulundurma ve tepkisel özellikteydi.
ABD ve İngilterede Muhafazakârlığın yeni bir türü ortaya çıktı. “Muhafaza etmek için değişim fikri” esasına dayanan daha ihtiyatlı ve esnek ve sonuçta daha başarılı bir muhafazakârlık.. Başlangıçta Muhafazakarlar “Tek Ulus” sancağı altında sosyal reform davasını üstlendi. Özellikle İkinci Dünya savaşından sonra İngilterede başarılı oldu.
1970 lerde iktisadi gelişmeler Devletin ekonomi alanında daha fazla etkin olması düşünce ve gerçekleri Muhafazakârlığı ekonomik görüşleriyle tanımlanması sonucuna getirdi. Yeni Sağ ortaya çıktı.
MUHAFAZAKÂRLIĞIN UNSURLARI
a- Gelenek
b- Pragmatizm
c- Beşeri mükemmel olmayış
d- Organizmacılık
e- Hiyerarşi
f- Otorite
g- Mülkiyet
a) Gelenek
Muhafazakâr düşüncenin merkezi teması “muhafaza arzusu”dur. Geleneğin kabul edilen erdemlerine, yerleşik ananelerine ve zaman içinde varlığını devam ettirebilmiş kurumlarına duyulan saygı ile yakından ilgilidir. Bu yaklaşımla gelenek, geçmişin birikmiş bilgilerini ve zamanın testinden geçmiş kurum ve uygulamalarını yansıtır. Yaşayan ve gelecek nesillerin bunları korumalarını önerir. Bireylere toplumsal ve tarihsel bir aidiyet duygusu vererek istikrar ve güvenliği geliştirmek ister.
b) Pragmatizm
(Sözlük: Doğruluğu ve gerçekliği tek yanlı olarak yalnızca hareketlerin sonuçları ve başarıları ile değerlendiren öğretiye Pragmatizm denir.)
İnsan akılcılığı sınırlıdır. Soyut ilkelere ve düşünce sistemlerine güvenilmez. Onların yerine deneyime, tarihe ve alınan sonuçlara inanılır. Eylemin pratik şartlar hedefler tarafından (işleyen tarafından) şekillenmesi gerekir.
Muhafazakârlar kendi inançlarını bir düşünce durumu veya Hayat görüşü olarak tanımlarlar. Tutuculuk eğer bir dini inancın, hurafelerin korunması, yaşatılması, yeşertilmesi, savunulması ise o muhafazakarlık değildir.
c) Beşeri Mükemmel olmayış
İnsan doğası anlayışı önemli ölçüde karamsardır. Beşeri varlıklar her zaman iyiye, güzele, doğruya, akla, hoşgörüye yönelmezler. Bu yaklaşımla beşeri varlıklar, aşina olunana ve denenip test edilmiş bulunana yönelen, istikrarlı ve güvenli topluluklar içinde yaşamak isteyen, bağımlılık ve güvenlik arayan yaratıklardır. Bireyler ahlaki bakımdan bozuk, bencil, açgözlü, iktidar hırsıyla lekelenmişlerdir. Suç ve düzensizliğin kökleri beşeri bireylerdedir. Düzenin devamı için güçlü devletin, sağlam kanunların, katı cezaların varlığına ihtiyaç vardır.
d) Organizmacılık
Muhafazakârlar toplumu bireyin yaratıcılığının bir ürünü olarak görmezler. Onlara göre toplum geleneksel olarak organik bir bütün ve yaşayan bir varlıktır. Toplum çeşitli kurumlarıyla veya onun sağlığına ve istikrarına katkıda bulunan aile, yerel cemaatler, millet.. gibi doğal ve gerekli olanlarla inşa edilmiştir. Toplum bu parçaların toplamından ibarettir ancak ayrı bir parçadır. Genellikle geleneksel değerler ile ortak kültürün toplumun devamı ve uyumu için hayati önemi vardır.
e) Hiyerarşi
Muhafazakâr yaklaşımda sosyal konum ve statülerin derecelendirilmesi organik bir toplumda doğaldır ve kaçınılmazdır. Bunlar, memurların, işçilerin, öğretmenlerin-öğrencilerin, ailelerin ve çocuklarının farklılaşan rollerini ve sorumluluklarını yansıtır. Bu yaklaşımla hiyerarşi ve eşitsizlik çatışmaya sebep olmaz. Çünkü toplum karşılıklı yükümlülükler ve karşılıklı görevlerle bağlıdır. Aslında bir kimsenin “hayattaki” mevkii büyük ölçüde şans ve doğumuna bağlıdır. Müreffeh ve imtiyazlı olan daha az talihli olanlara karşı belirli bir sorumluluk taşır.
f) Otorite
Otorite yukarıdan aşağıya uygulanır. Bilgiden, eğitimden, deneyimden yoksun olanlara kendi çıkarlarını doğru izleyebilmeleri için otorite liderlik, rehberlik eder ve destek sağlar. Otoritenin erdemi, onun insanlara kim olduklarına ve onlardan beklendiğine ilişkin somut bir duygu veren bir sosyal uyum kaynağı olmasından gelir. Özgürlük sorumlulukla birlikte var olur. Genel olarak ödev ve yükümlülüklerin gönüllü kabulü özendirilir.
g) Mülkiyet
Mülk sahipliğine hayati bir önem verilir. Çünkü mülk sahipliği, insanlara güvenlik ve hükümetten bağımsız hareket etmesi, kanunlara ve başkalarının mülkiyetine saygı göstermesini özendirmesi bakımından önemlidir. Mülkiyet insanların kişiliklerinin dışa vurma halidir. Sahip olduklarında kendilerini görürler.Hakları vardır, sorumlulukları vardır. Bu yaklaşımla “bizler bir anlamda sadece geçmiş nesillerden devraldıklarımızı değil belkide gelecek nesillerin değerlerini de ifade eden mülkiyetin muhafızlarıyız” anlayışı esastır.
SOSYALİZM
Sosyalizm veya toplumculuk, iktidar ve üretim araçlarının halk tarafından kontrol edildiği bir toplum fikrine dayanan bir düşünce sistemidir.
Sosyalizm, uzun bir geçmişine rağmen 19.y.y. başlarına kadar siyasi bir inanç olarak şekillenmiş değildi. Sosyalizm, sanayi kapitalizmine karşı bir tepki olarak gelişti. Başlangıçta fabrika üretiminin yaygınlaşmasının tehdit ettiği esnaf ve sanatkârların çıkarlarını dile getirdi. Daha sonra büyüyen sanayinin işçi sınıfıyla bağlantılı hale geldi. Emeğin hakkı’nı esas aldı.
Sosyalizmin ilk temel karakteri, kurulu düzeni adaletsiz, çağ dışı ilân etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Buna göre Sosyalizm, liberal Kapitalist düzenin mülkiyet ve çalışma kurumlarını yetersiz ve adaletsiz bulduğu için, değiştirmek ve onun yerine geçmek isteyen bir rejimin adıdır.
Kapitalist sistemler, özel mülkiyet, piyasa ekonomisi ve kâr esasına dayanan bir sistem kurmuştur. Sosyalizmin ikinci esas dayanağı da, ekonomik faaliyetlerin özel sektörden kamuya, kişilerden topluma aktarılmasıdır. Aynı zamanda, bu mallar toplumun hizmetinde olmalıdır. Yani kârın hizmetinden çıkarılıp çalışanın (işçinin) hayat standardını artırıcı hale getirilmelidir.
Bu anlamda Sosyalizm, mevcut olan üretim araçlarının tümünü yahut büyük bir kısmını toplumun şuurlu ve yönetici durumunda olan organlarına bağlamaktır. Burada üretim araçları toplumun mülkiyetine geçmekte, neticede özel mülkiyet yerine kollektif ve sosyal mülkiyet kurumu oluşturulmuş olmaktadır.
Sosyalist düzende şu üç unsur bulunur:
a) Üretim araçlarının toplumun malı olması;.
b) Üretimin insan ihtiyacına göre yapılması;
c) Bunların tamamının demokratik bir yol ile gerçekleştirilmesi.
Sosyalizmin tanımlarında bazı farklılıklar olsa da; hepsinde de ortak amaç, çalışan zümreyi (işçi sınıfını) topluma hakim kılmak ve emek sahiplerinin hakkını vermektir. Toplumda sınıf farklarının ortadan kaldırılması ve toplu çalışma ile elde edilen kazancın emek sahibi olan topluluğa ait olması bütün sosyalistleri birleştiren ana fikirdir.
Sosyalistler bazı ana fikirlerde birleşseler de, uygulayacakları metotlar hakkında ayrılığa düşmüşlerdir. Meselâ, üretim araçları topluma nasıl mal edilecek? Bunlar kimin ihtiyacına göre ve nasıl ayarlanacak? Diğer bir ifadeyle, kapitalist düzen hangi yoldan ve nasıl değiştirilecek?
Hayalci (ütopyacı), ıslahçı (evrimci), ruhçu, maddeci ve ihtilalcı (devrimci) olmak üzere her biri kendine has özelliklere sahip birçok Sosyalizm çeşidi vardır. Başka bir açıdan, Ütopik Sosyalizm, Bilimsel Sosyalizm, Kürsü Sosyalizmi, Hıristiyan Sosyalizmi, Devrimci Sosyalizm, Reformcu Sosyalizm, Demokratik Sosyalizm gibi bir sınıflamaya da tabi tutulabilir.
İlk dönem Sosyalistleri daha ziyade toprağın fertler arasında eşit bir şekilde paylaşılmasını istiyorlardı. Esas anlamıyla Sosyalizm “İşçiler Birliği” anlamına 19.yy ilk yarısında kullanılmaya başlanmıştır. Çünkü Sosyalist akımın, işçi sınıfının meslekî teşkilatlanmaları ve siyasî partilerle şuurlu bir siyasî kuvvet olarak ortaya çıkışları 19.yy olmuştur. Sosyalizm 1848’e kadar sadece bir kavramdan ibaretken Marksizm’in ortaya çıkmasıyla “Bilimsel Sosyalizm”in kurulduğu kabul edilir. Bilimsel Sosyalizm, Devrimci Sosyalizm veya Marksizm: İhtilâlcı ve diyalektik materyalizmin temsil ettiği, Marks, Engels ve Lenin tarafından ileri sürülen sosyalizmdir. Bu sosyalizm ilk defa, liberal, burjuva ve kapitalist düzenin kendi çelişmelerine terk edilip yıkılmalarının beklenemeyeceğini ilkeleştirmiştir. İşçi sınıfının devreye girmesi ve şiddet yoluyla düzeni değiştirmesi metodunu ortaya atmışlardır. Daha sonra ise, Marks ve Engels demokratik ve ihtilâlsız yolu tercih etmişlerdir.
MHHP’ in ideolojisi: Milletimizin tarihinden gelen deneyim, fikir, törelerle oluşmuş bir bilincin milli mücadelede gelişmesi ve T.C. olarak doğması ve Türk inkılâbının yapılmış olmasıdır. Kalıplaşmış bir ideolojiye bağlı değildir, gereken yapılacaktır. E. Z. ÖKTE
DEMOKRASİ
Demokrasi, tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.
Günümüzde siyasetçilerin ve siyaset düşünürlerinin büyük bir çoğunluğunun demokrasi davasına inanmaya başlamış olmaları, siyaset tarihinin en çarpıcı ve önemli bir olayıdır. Çeşitli toplumlarda büyük halk kitlelerinin demokrasi değer ve usullerine bağlanmaya başlamaları ise kavramın tarihi gelişimi içerisinde büyük bir aşamadır.
Genellikle demokratik düşüncenin beşiği olarak anılan Yunanda bile demokrasiye olumsuz anlamlar verilmiştir. Eflatun ve Aristo gibi düşünürler demokrasiyi bilgelik ve mülkiyet pahasına kitlelerin yönetimi olarak görmüşlerdi.19.y.y. kadar Demokrasi, ayaktakımının yönetimi iddialarını taşımıştı. Olumsuz anlam ve çağrışımlar’a bugünde rastlanmaktadır. 20.y.y. sonlarına gelindiğinde belli başlı ideolojik sistemler sarsıldı ve yıkıldı. Sosyalizmin çekiciliği söndü. Komunizm çöktü. Kapitalizmin ve özellikle Liberalizmin ve yeni liberalizmin değerleri sorgulanmaya başlandı.
Demokrasi belkide tek istikrarlı ve sağlam bir ilke olarak belirginleşti.
Demokrasi kavramına yüklenen anlamlar:
Uzun tarihi geçmişi içinde demokrasi kavramı çeşitli anlamlarda kullanıldı. Bunların başlıcaları şunlardır.
• Fakirlerin ve güçsüzlerin yönetim sistemi
• Profesyonel siyasetçilere veya kamu görevlilerine ihtiyaç duyulmaksızın, halkın kendi kendisini doğrudan ve sürekli biçimde yönettiği bir hükümet şekli.
• Hiyerarşi ve imtiyazlardan çok eşit fırsatlara ve bireysel liyakata dayalı toplum.
• Sosyal eşitsizlikleri azaltmayı amaçlayan bir refah ve yeniden dağıtım sistemi
• Çoğunluk yönetimi ilkesine dayalı bir karar verme sistemi
• Çoğunluğun iktidarını kontrol altına alarak, azınlıkların haklarını ve çıkarlarını koruyan bir yönetim sistemi
• Kamu makamlarını halkın oyunu almak için yapılan rekabetçi seçimlerle doldurma aracı
• Halkın çıkarlarına, onların siyasi hayata katılıp katılmamasına bakmadan hizmet eden bir hükümet sistemi
“Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi” (ABD Başkanı Lincoln)
Bu tanımın belirgin özelliği, demokrasi yönetiminin halka bağlanmış olmasıdır. Bu bağlantı nasıl olacaktır?
Bu konunun açıklığa kavuşması için 3 temel sorunun cevaplandırılması gerekmektedir. Bunlar:
1- Halk kimlerden oluşur?
Demokrasinin temel özelliklerinden birisi siyasi eşitliktir. Bunun anlamı siyasi gücün mümkün olduğunca geniş ve eşit dağıtılmasıdır.
İlk bakışta “demos” veya “halk” bütün insanları ifade eder. Ülke nüfusunun tamamıdır. Ancak uygulamada böyle değildir. Siyasi katılım çok ciddi sınırlarla kesilmiştir. Örn: Mülk sahibi olma şartı, Yaş sınırı
Günümüzde “Halk” gerçekte bütün vatandaşlar olarak kabul edilmekteyse de bu kavram çok farklı yollarla anlamdırılmaktadır.
Birincisi, bu halk birbirine ortak çıkarlarla bağlı, tek ve bütünleşmiş bir yapı olarak görülmektedir. Bu anlamda halk, bölünmez bir bütündür. Fertlerin özel iradeleri değil “genel irade” – “Kollektif irade” esastır.
İkincisi, halk uygulamada çoğunluk anlamında ele alınmaktadır. Bu yaklaşımla, Demokrasi çoğunluk iradesidir. Azınlık iradesini ezer. Çoğunluk yönetimi – Diktatörlüğü – görülür.
Üçüncüsü, halk, her birinin serbestçe karar alma hakkının var olduğu hür ve eşit bireylerin toplamıdır. Bu yaklaşım çoğunlukla açıkça çatışmaktadır. Bugün siyasi partiler %10 barajıyla halkın bir bölümünün hür iradesini yok saymaktadır.
2- Halk Nasıl Yönetmeli?
Demokrasi çoğunlukla “Halk tarafından Yönetimi” ilkesi üzerinde temellendirilir. Halkın kendi kendisini yönettiğini, kendi hayatlarını ve kendi toplumlarının kaderlerini belirleyen hayati kararlara katılmasını esas alır. Katılımın çeşitli şekilleri vardır. İşte Demokrasi bu şekillere bağlı olarak adlandırılır.
Doğrudan Demokrasi; Çok kısa bir dönem için bazı yerlerde uygulanmıştır. Bu gün mümkün değildir. Çağdaş örnekleri referandum (halk oylaması) kitle gösterileri, Tv aracılığı ile karar verme sürecine katılma Siyasi anlamda bir demokrasi değildir.
Temsili Demokrasi; halkın oy vermesidir. Bu yaklaşımda vatandaşlar kendi hayatlarını belirleyen kararlar almaktan çok, kendileri adına karar alacak olan kişileri seçerler. Kanunlar ve kararlarla yönetim gerçekleşir. Oy vermeye demokratik nitelik kazandıran seçimin rekabetçi bir ortamda olmasıdır. Halk, işe yaramazları başından atar.
3- Halk Yönetiminin Sınırları
Soru, halkın yönetimi nereye kadar? Hangi konularda halkın karar verme yetkisi vardır? Hangi konular bireyler- vatandaşlara bırakılmalıdır?
Anayasalar ve kanunlar Halkın yönetime müdahil olabilmesi için sınırları belirlemiştir. Kanunları yapanlar halkın menfaatlerini dikkate alırlarsa halkın katılımı mümkün olur. Kamusal alan ile özel alan aralarındaki ilişkilerin yeniden tartışılmasını gerektirir.
DEMOKRASİ ÇEŞİTLERİ …
-Çoğulcu Demokrasi
-Halk Demokrasisi
-Klasik Demokrasi
-Liberal Demokrasi
-Parlamenter Demokrasi
-Plüralist Demokrasi
-Endüstriyel Demokrasi
-Kalkınmacı Demokrasi
-Koruyucu Demokrasi
-Marksist Demokrasi
-Plebisitçi Demokrasi
-Sosyal Demokrasi
-Yeni Demokrasiler
ÇOĞULCU DEMOKRASİ
Periyodik, eşit ve adil seçimlerde birden fazla siyasi partinin rekabet etmesine ve çoğunluğu sağlayan parti veya partilerin geçici olarak anayasal demokrasinin sınırları çerçevesinde devleti yönetme hakkına sahip olmasına dayanan demokratik sistem.
HALK DEMOKRASİSİ
“Halk demokrasisi” kavramı, İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyet modeli şeklinde yaygınlaşan Ortodoks komünist rejimlerden gelmektedir. Ancak burada kullanılan anlamıyla, genel olarak Marksist geleneğin ürettiği çeşitli demokrasi modellerini ifade etmektedir. Kendi içlerinde farklılaşmalarına rağmen bu modeller, liberal demokratik modellerle açık bir karşıtlık arz eder.
KLASİK DEMOKRASİ
M. Ö. beşinci ve dördüncü yüzyıllarda Atina’da işleyen doğrudan demokrasi modeli, genellikle halkın yönetime katılmasının tek saf ve ideal sistemi olarak tasvir edilir.
Doğrudan yönetimin çok özel bir şekli olarak gelişen Atina demokrasisinin modern dünyada ancak çok sınırlı bir uygulanma imkânı mevcuttur. Atina demokrasisi kitle toplantısı yoluyla yönetim anlamına geliyordu. Belli başlı tüm kararlar, bütün vatandaşların üye olduğu Meclis tarafından alınıyordu.
Atina demokrasisini bu kadar dikkate değer kılan özelliği, onun vatandaşlarının siyasi aktivite düzeyleriydi. Vatandaşlar sadece Meclis’in düzenli olarak gerçekleştirilen oturumlarına katılmakla kalmıyorlar, geniş topluluklar halinde kamu görevlerinin ve karar verme sürecinin sorumluluklarını üstlenmeye hazır görünüyorlardı
Bununla beraber Atina demokrasisinin en büyük eksikliği, onun ancak halk kitlelerini siyasi faaliyetten dışlayarak işleyebileceği gerçeğiydi. Katılım, 20 yaş üzeri Atina doğumlu erkek vatandaşlarla sınırlıydı. Köleler, kadınlar ve yabancıların herhangi bir siyasi hakları yoktu.
LİBERAL DEMOKRASİ
Liberal demokrasi, halkın rızası idealiyle sınırlı yönetim ilkesini dengeleyen demokratik bir yönetim şekli. “liberal” vasfı, vatandaşların özgürlüğünü güvence altına almaya ve onları devlete karşı koruması, “demokratik” vasfı ise, genel oy hakkı ve siyasi eşitlik temelinde işleyen düzenli ve rekabetçi bir sisteme dayanmasından gelir. Her ne kadar bu kavram bir siyasi ilkeyi tanımlamak için kullanılıyorsa da, “liberal demokrasi” aynı zamanda daha yaygın olarak, belirli bir rejim türünü tanımlamak için de kullanılmaktadır. Bu tür bir rejimin ayırıcı vasıfları şunlardır:
1-) Resmi, genellikle de hukuki kurallara dayalı anayasal bir yönetim
2-) Sivil özgürlüklerin ve bireysel hakların güvence altına alınması
3-) Kurumsallaşmış bir iktidar dilimlenmesi ve bir kontrol ve denge sistemi
4-) “Bir kişi bir oy, bir oy bir değer” ilkesine bağlı düzenli seçimler
5-) Parti rekabeti ve siyasi çoğulculuk
6-) Örgütlü grup ve çıkarların hükümetten bağımsız oluşu
7-) Piyasa kurallarına göre örgütlenmiş bir özel-teşebbüs ekonomisi
PARLAMENTER DEMOKRASİ
Parlamenter demokrasi halk tarafından seçilmiş olan ve yönetenler ile yönetilenler arasında detaylı bir ilişki kuran müzakereci bir meclis aracılığıyla faaliyet gösteren demokratik yönetimin bir türüdür.
Bu anlamda demokrasi, esas olarak, sorumlu ve temsili bir yönetim anlamına gelmektedir. Bu çerçevede parlamenter demokrasi, elit yönetimine karşı halk katılımını dengeler; hükümet halka karşı değil ama halkın seçtiği temsilcilere karşı doğrudan hesap verir bir konumdadır.
PLÜRALİST DEMOKRASİ
Plüralist demokrasi kavramı, çok sayıda parti arasındaki rekabetçi seçimlere dayanan demokratik sistemi anlatmak için, bazen liberal demokrasiyle birbirinin yerine kullanılır.
Daha spesifik olarak, halkın taleplerini dile getiren örgütlü grup ve çıkarların, hükümetin sorumluluğunu sağlama kapasitesine dayanarak işleyen bir demokrasi şeklini ifade eder. Bu yönüyle parlamenter demokrasiye ve çoğunlukçuluğun tüm biçimlerine karşı bir alternatif olarak görülebilir. Sağlıklı bir plüralist demokrasinin şartları şunlardır:
1-) Siyasi güç, birbiriyle rekabet halindeki gruplar arasında yaygın bir şekilde bölünmüştür ve özellikle elit gruplar mevcut değildir.
2-) Üyelerine karşı hesaba çekilebilir liderleri olan grupların, yüksek derecede bir iç uyumu mevcuttur.
3-) Gruplara bir dizi erişim noktası sunmak için yeterince parçalanmış [bir veya birçok gruba dayanmayan] nötr bir hükümet aygıtı vardır.
ENDÜSTRİYEL DEMOKRASİ
Siyasal demokrasinin kurallarının ekonomik yaşama uygulanması ve sanayide yönetim gücünün paylaşılmasıdır.
Demokrasiyle yönetilen bir devlet en yüksek ve ileri gelişmesine ulaştığında, işçi örgütlerinin istekleri yönetime katılma hakkının elde edilmesinde toplanmaktadır. Bu amacın gerçekleşmesi ise sanayide yönetim gücünün paylaşılması ile mümkündür.
Siyasal demokrasinin uygulandığı bir düzende işçiler bütün vatandaşların, dolayısıyla diğer sınıfların sahip oldukları her türlü haklara sahiptirler.
Böylece üretimin gerçekleştirilmesinde en önemli rolü oynayan emek, en az sermaye kadar hak ve yetkiye sahip olacak, işçiler de kendilerini temsil eden sendikaları aracılığıyla ekonomik yaşama yön verecek olan kararlara katılabileceklerdir. Böylece mülkiyet hakkından kaynaklanan yönetim hakkı emek ve sermaye arasında paylaşılmış olacak, emek sahipleri kendilerini daha özgür hissedecekler, ekonomik ve sosyal kesimlerde kişilik kazanacaklardır.
“Endüstriyel demokrasi” kavramı bugünkü anlamıyla “yönetime katılma” kavramı ile özdeşleşmiş bulunmaktadır.
KALKINMACI DEMOKRASİ
Bireyin ve toplumun gelişimini esas saymıştır. Bireyler ancak içinde bulundukları toplumun kararlarını şekillendirebilmesine doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde ‘özgür’ olabilirler. Vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru değildir.
KORUYUCU DEMOKRASİ
Demokrasi, halkın siyasete katılmasını sağlayan bir mekanizma olarak daha az algılanmaya başlandı ve daha çok vatandaşların kendilerini hükümetin tecavüzünden koruyabildikleri bir mekanizma, yani koruyucu demokrasi anlamında kabul edildi.
Hükümetin uygulamalarını denetlemeyi sağlayan formel ve informel kurallar bütünü çerçevesinde işleyen bir anayasal demokrasi sistemidir.
Koruyucu demokrasi, vatandaşlara, kendi hayatlarını kendi tercih ettikleri şekilde yaşayabilmeleri için mümkün olan en geniş alanı açmayı amaçlar. Bu bakımdan laissez-faire kapitalizmiyle ve bireylerin ekonomik ve sosyal durumlarından bütünüyle kendilerinin sorumlu oldukları inancıyla uyumludur. Dolayısıyla koruyucu demokrasi özellikle klasik liberaller tarafından ve modern siyasette de Yeni Sağ savunucuları tarafından benimsenmiştir.
MARKSİST DEMOKRASİ
Toplumda sınıf iktidarı eşitsiz bir şekilde dağıtıldığı sürece, siyasi iktidar da yaygın ve eşit bir şekilde dağıtılamaz. İktisadi faktörün, özellikle de üretim araçlarının mülkiyet ve kontrolünün belirleyici önemi vardır.
PLEBİSİTÇİ DEMOKRASİ
Plebisitçi demokrasi yönetenler ve yönetilenler arasında plebisit (veya referandum) gibi doğrudan bağlantı aracılığıyla işleyen demokratik yönetimin bir şekli. Bu yöntem, kamunun siyasi meselelerde görüşlerini doğrudan ifade etmesini mümkün kılar.
SOSYAL DEMOKRASİ
siyasal demokrasi içinde emekçi sınıfların sosyal ve ekonomik haklarının genişletilmesi amacına yönelik tüm savaşımları kapsar.
Sosyal demokrasi devletin ödevlerini artırdığı gibi, halkın ödevlerini de artırmaktadır. Burada siyasetin kapsamı genişlemektedir. Devletin temel görevi var olan özgürlükleri korumak değil, var olması gereken özgürlüklerin ortamını hazırlamaktır. Servetin belirli ellerde toplanması, farklı gelir grupları arasındaki büyük farklar, fırsat eşitliğinin yokluğu, işsizlik vb. hususlar sosyal demokrasinin ilk mücadele hedefleri olmaktadır.
YENİ DEMOKRASİLER
Üçüncü demokrasi dalgası 1974’te başladı. Bu sürecin temel özellikleri, çok partili seçimlerin benimsenmesi ve piyasa temelli iktisadi reformların uygulamaya sokulmasıdır.